Wednesday, March 05, 2008

weirdo bir gun


Herhangi bir gun gibi baslayip, herhangi bir g
un gibi bitmesini bekledigim gunlerden biriydi dun. Herhangi bir gun gibi baslayip, herhangi bir gun gibi, herhangi insanlarla dolu bir gundu, kafama kapanan otobus kapilari, aniden bastiran saganak yagislar, "yurumekle asinmayan" yollar ve dinmek bilmeyen ruzgarlarla. Tek farki, herhangi birilerinin ve herhangi seylerin hepsinin tek bir gune sigmis olmasiydi.

Hava raporu: Ruzgarli, kapali, gunesli, soguk, saganak yagmurlu, aniden 0'in altina duserken dondurucu
Mekanlar: Bankside House kafeteryasi, London School of Economics, Bethnal Green, Hackney City Farm, Shoreditch Town Hall, the White Cube, Yunan adasi Syros, Old Street, Clerkenwell Road, V315, Westminster, Victoria'da bir pub.
Albumler: Doves - Some Cities, Nick Cave and the Bad Seeds - Dig Lazarus Dig, Bonobo - Days to Come
Araclar: 55 numarali double decker, yorgun bacaklar, Millenium Bridge, caravan at Sculpture Project Munster, 11 numarali double decker
Karakterler: Ogrenciler, Fransiz-Alman mimar, Mario Garica Torres, LSE City Design and Social Science mezunlari, Fransiz turistler, saat sabahin 04.02'sinde yangin alarmini otturen 6. kattaki karakter
Gastronomi: Sekerli fasulye, kizarmis ekmek, mantarli risotto, straciatella'li dondurma, sosis ve pure, London Pride birasi


Saat sabahin 4'unde yangin alarmi kulaklarimi patlatir bir sekilde calmaya basladiginda nasil uyandigimi hatirlamiyorum. Daha onceki talimlerde ve gercek alarmlardaki gibi gene alarmi otturen seyin benim odamdan kaynaklandigini dusunup camlari acip, var olmadigini artik ezbere bildigim 'yangin alarmi caldiginda buraya bas ki bu igrenc ses sona ersin' tusunu aradim. Bulamadim tabii... Ben de herkes gibi 0 dereceye yakin bir sogukta t-shirt, sweatshirt ile disardaydim. Bornoz ve ciplak ayakla geleni de vardi.

Saat 7'de uyandigimda, yangin alarmi etkisini atlatmis, okula gitmeye hazirlaniyordum. Proje grubumun istedigi ufak paragrafi yazmadigim icin hemen kahvaltimi edip okula yollandim, saat 10'daki toplanti oncesi bir seyler karalamak icin. Okula yururken, sekerli fasulye ile birlikte yedigim kizarmis yagli ekmegin midemdeki hareketlenmesini yavas yavas hissetmeye baslamistim bile. Yag, kendini ayristirarak, midemin farkli bolgelerine tecavuz ediyordu. Okula vardim, birkac paragraf yaziverdim, saat 10'da, donem sonu projemizin yer alacagi yayim icin kullanmamiz gereken kalibi tanitan grafikercinin toplantisini yaptik, gorsel materyallerimiz hakkinda tavsiye aldik ve proje hocalarimizin mimarlik ofisine yollandik.


1 saatlik bir toplantidan sonra, guzel havanin esliginde sehir ortasinda (Londra'da 10larca sehir ortasi olmasina ragmen bu genellemeyi yapmam gerekiyor) kurulmus Hackney City Farm'in icindeki Italyan lokantasinda (Ingilizlerden, kamusal alanlarinda bile kendilerine ait bir yeme/icme mekani beklemiyordunuz heralde) yemegimizi yedik. Fransa, Berlin, mimarlik egitimi, tez konulari, Obama, Clinton, tuvaleti ile salonu bir Paris evleri, Kopenhag'in gobegindeki bu mekani animsatan Christiania komunu derken Paul'le ben dondurma yiyen kucuk cocuklari gorup dayanamayarak dondurma standina dogru yonlendik. Straciatella'nin ne oldugunu kestiremedigi icin 'Almanlarin favori' aromasi cilek'e yonlenen Amerikali Paul'le birlikte yilin ilk dondurmasini yedikten sonra hep beraber masadan kalktik.

Otobusle okula donerken, aniden otobusten atladim, Isik'in bahsettigi sergiyi gormeye. Shoreditch Town Hall'a girdim, St. Martin's ogrencilerinin sergisini sordum, haftasonundan sonra kaldirildigini soylediler, "hazir gelmisken Hoxton Square'e gideyim" dedim, White Cube'a girdim, iki adet sergi gezdim.

Sergilerden birinde taze boya kokusu odaya sinmis beyaz duvarlarla kapli nispeten buyuk (3m. x 3m. ?) bir odada iki adet hoparlorden 'what is the time?' ve karsiliginda 'sshh..' diyen bir diyalog ve hemen odaya girerken herhangi bir Flemen porseleninden kirilmis bir 1mm. x 1mm. buyuklugunde, cercevelenmis bir parca vardi. Bu kadar... (Gerci,
What's the Time? enstalasyonunda biraz da olsa zihinsel ve duygusal bir teati yasadim fakat bu baska bir yazinin konusu olsun...)

Alt katta Mario Garcia Torres'in 16 mm. filmi
My Days in Westphalia'da 'baska bir sergiden asirilmis' bir karavani arabasinin arkasina baglayip Westphalia sehirlerini ve otobanlarini, tam bir Alman sonbahari esliginde gezen adamin yol hikayesini izledim. Berlin-Hamburg arasi otobanda kiraladigim arabayla giderken sonbahar yapraklarinin arasindan gecip giden bulutlar geldi aklima. Londra'da sonbahari doya doya yasatmayan mesguliyetime icerleyip bir an icin Ekim, Kasim aylarini ozledigimi hissettim. Icerki odada da, Yunanistan'in Syros adasinda insasina baslayip, temel yapi olarak yillarca kalan Museum of Modern Art of Syros'un, daha sonra belediye su aritma tesisine donusturulurken gecirdigi antropolojik hikayeyi izledim slayt gosterisi olarak.



Hava hala cok guzel oldugu icin, okula, Old Street, Clerkenwell Road uzerinden yurudum. Aksam 6'da bizim bolumun mezunlari gelip, baslarindan gecen hikayeleri anlatirken kirmizi sarap icip, dalip dalip gidiyordum. Rus mafyasina sehir planlari yapan mimari, Tarih egitimiyle baslayip bu sene duzenlenecek Londra Mimarlik Festivali'nin koordinatorlugune getirilen kadini dinlerken onumuzdeki birkac yil icerisinde nerede olabilecegimi dusunmeye dalmistim. Saat 8 gibi ciktim, sogumus ve kararmis havada yurumeye karar verdim, baslarda ruzgara aldirmadim bile. Trafalgar Meydani'ni baypas edip, Big Ben'e dogru yonelirken Londra'ya ilk geldigim haftasonu katildigim Burmali'larin yuruyusu geldi aklima. Whitehall caddesinin uzerindeyken saganak aymgur basladi, yagmur altinda yurumeyi ne kadar ozledigimi hissedip 15 dakikalik bir yuruyusun ardindan Victoria'ya vardim.

Pub'da yenilen bir pub yemegi ve bira, Viktorya otobus gari, Eurolines, Fransa yolcusu turistler ve iyice soguyan bir havanin ardindan 11 numarali otobusumu beklemeye basladim. Ilk otobus 10 dakika sonra geldiginde, tam o sirada bir yandan yon sormak icin yaklasan adam, bir yandan sigara soran genclerin arasindan basip gitti otobus, kufrettim, cok usuyordum, babam, Fenerbahce macindan haber vermek icin aradi, ikinci otobus bir 10 dakika sonra geldi, otobuse binerken otobusun kapisi agzimin ortasina kapandi, saskinlik icindeki otobus soforu ozur diledi. Bir onceki sabah benzer bir yerden bindigim 11 numarali otobus St. Paul's'e yaklasirken gene ayni yerde uyuyakaldim ama bu sefer duragi kacirmadan uyandim, Millenium Bridge uzerinden eve yurudum. Hava o kadar ruzgarli ve soguktu ki, yaklasik 18 saat once yangin alarmi yuzunden disari cikmak zorunda kaldigimda bile bu kadar usumedigimi hissettim. Amazon'dan siparis ettigim kitaplari postadan aldim, kendimi zar zor odaya attim, kaloriferi yaktim, Nick Cave and the Bad Seeds'in 9 Mayis'taki konserine bilet aldim, albumu koydum, dinlenmeye koyuldum...

4 Mart 2008 gunu icin yazilmistir...


No comments: