Friday, March 21, 2008

Kafama Paskalya Yumurtalari yagarken...

Derslerin bitmesinin verdigi rahatlikla 11'den erken kalkamadigim, biraz ev aramakla, biraz dolasmakla gecen su gunlerden birinde, part-time is icin biraz calisayim sevkiyle uyandim bu sabah. Bugun, Robert Kolej gunlerinde, ne oldugunu fazla sorgulamadan, genelde tatil olmasindan oturu sevinerek andigimiz "Good Friday". Paskalya'nin ilk gunu olarak da nitelendirebilecegimiz bu gunde Avrupa'nin dort bir yanindaki Hristiyan ulkelerinde kutlanan bayram ayni zamanda 4 gunluk uzun bir haftasonu tatili anlamina da geliyor. Bunu firsat bilen kita insanlari 4 bir yana dagilirken, genelde soguk havalardan sikilmis kuzeylilerin guney sahillerini, merakli turistlerin Dogu Avrupa ve Baltik'i, romantiklerin bazen Paris, bazen Londra'yi, AB'nin yeni uyelerinin ise genel olarak Bati Avrupa'yi tercih ettini goruyoruz ki, bu son grup, tatillerden bagimsiz olarak da genelde boyle bir hareket icerisinde, o ayri bir konu.

Benim bugunku yegane hareketlerim ise bilgisayar basinda Istanbul Buyuksehir Belediyesi web sayfasi ile hazirlamakta oldugum listeden olusan dokuman arasindaki parmak hareketlerim ve ara sira hava ve yemek almak icin yakin civarlara yaptigim yuruyeslerden ibaretti su ana kadar. Sabahki donut + milk shake kombinasyonlu sacmasapan kahvaltinin ardindan, 3 saatlik kafa utuleyici bir calismadan sonra oglen/aksam yemegi yemeye cikmaya karar vermemle birlikte, ilginc olaylarin bas gostermesi bir oldu.

Bahtsiz Bedevi'ye colde kutup ayilari nasil bir muamelede bulunuyorlarsa, bu zat-i muhterem'e de, bu kis birakin kardan, yagmurdan bile nasibini duzgun almamis Londra havasi, tam da binayi terk ettigim sirada, benzer bir muamelede bulundu. Cilgincasina esen ruzgar beynimi allak bullak ederken, bir anda kafama yumrta parcalari gibi dusmeye baslayan beyaz partikullerle birlikte ne oldugumu sasirdim. Evet, butun kis kar gormemis Londra, her nasil hikmetse, Forrest Gump'in pinpon toplari gibi bir dolu indirdi ki, saskin bakislar arasinda ne oldugunu anlayamayan yerli turist herkes gulusmeye ve kacismaya basladi. Ben ise, "eh olacagi buydu" tarzi bir serzenisle birlikte yanima fotograf makinesini almamanin dangalakligini bir kez daha kendimden bilmekle mesguldum. Odaya mi donsem, yemege mi gitsem derken bir kosuda odaya cikip botlarimi giyip, makineyi gene yanima almamaya karar verdikten sonra, cep telefonumla bu tarihi olayi birkac kareyle yakalamaya calistim.


Cep telefonum o kadar da kotu resim cekmiyormus.

Muhtemelen tam bu sirada, yeni dogmus bir bebek kuzeyde Hampstead Heath'te yemyesil arazinin uzerinden, camin kenarinda ilk defa gokyuzunden yagdigina tanik oldugu bu beyaz seyle tanisiyor; Camden Town'da cuma aksamustu piyasasi yapmaya cikmis Hintli Gotik ve Punk'lar sevinc icerisinde birbirlerine sariliyor; Kensington'da taksiden inen yasli bir Ingiliz teyze ayagi kaydigi icin topallayip dusmekten kendini son anda kurtariyor; hemen yanibasimda nehir kenarinda romantik ciftler boyle ozel bir ani beraber yasadiklari icin birbirlerini gozlerinin icinde kayboluyorlardi. Ben ise, Istanbul Buyuksehir Belediye Baskanligi Ulasim Genel Sekreter Yardimciligi Muduru Muzaffer Hacimustafaoglu hakkinda aldigim bilgileri bir kez daha aklimdan gecirirken, ne yemem gerektigine karar vermeye calisiyordum. Paskalya da beni boyle hediyelerle karsilamisti iste.

Bu cilgin doga olayi, akabininde yerini gecici ama siddetli gokgurultulerine birakti. Bekledigim saganak yagmuru gelmeyince, bir anda gokyuzu daha once alisik olmadigim derecede guzel, berrak ve ilgi cekici renk gecislerine sahip oldu. Bulutlar beyazdan griye, gokyuzu turkuazdan laciverte, Thames Nehri'de alistigimiz bok renginden yesile, genis yelpazelerde hos tadlar sunuyordu.



Yol kenarinda topragin uzerini ufak beyaz bir tabaka kaplamis, bir hafta oncesine kadar 'yalanci bahar' yasatan havalarla birlikte acan cicekler, bu doluyla birlikte neye ugradiklarini sasirip telef olmuslardi bile. Thames'in uzerinden karsi taraf iyice alimli gorunuyor, Thames'in kendisi de, hizla gecen teknelerin de etkisiyle birlikte deli dumrul ataklarda bulunuyordu.



Kararimi verdim, BFI South Bank'e, yani nehir kenarinda batiya, Waterloo'ya dogru yuruyecek ve oradaki EAT'te gunun corbasinin yani sira sicak bir sandvic yiyecektim. Her haftasonu oldugu gibi, manyak havaya aldirmadan bu haftada, nehir yataginin genisledigi ve suyun yukseldiginde dahi kapayamadigi o genis alandaki kumlugun uzerinde, bizim kum heykeltrasi ile karsilastim. Bu sefer sanatini icra ederken yalniz degil, yaninda onu izleyen bir iki tane de kus vardi. Ilk olarak haftalar once, Wim Wenders'in "Alice in der Staedten"ini izledikten sonra, 4 gencin ayni nokatada heykel yaptigini gormus, soguk kis aksaminda epey bir icim isinmis, "kanepe degil de, yatak heykeli yaptiklarinda, hava isinirsa birkac gece gelip kalirim belki" demistim (bkz. onceki bloglar). Son bir iki haftadir ise bu yalniz adamcagizi goruyordum, bikmadan usanmadan heykelleri ureten. Gene tepesindeki yurume yolunda kendisini izleyen turistlere aldiris etmeden hummali bir calisma icersindeydi.


Adamcagizi yalniz birakmayan vefali kus ve tepedeki merakli gozler

Karnimi doyurdum, makinemi almayip bu guzel renkleri daha iyi aktaradamadigim icin kendime kufrettim, ve sonra kararmaya baslaya hava ile birlikte tekrar odamin yolunu tuttum. Disari cikmak iyi geldi, lakin yalnizligin verdigi tatli-eksi melankoli ile birlikte ufaktan bir ic gecirerek, "hay ben boyle pahali memleketin.." diye soylenmeye baslamistim ki, daha sonra "Hamburg'da karli bir gunde bir kere kafama kus sicmisti, bugun de ruzgarli bir gunde gokyuzu icini bosaltti, bakalim bu iste bir sans var mi?" dusuncelerine cevirdim beyin dalgalarimi.

No comments: