Thursday, September 06, 2012

eskilerden derlemeler - Londra Hayati'na Giris 3

Son donemlerde Gmail kullanicilarinin bazilarinda denk geldigim bir uygulamaya kendim de gecmeye karar verdim. Gelen kutumdaki butun emailleri ya birer dosyaya, ya da cop kutusuna yolluyorum. Haliyle, gelen kutusunda tozlu raflarin arasinda kalmis arsivlik malzemelere goz atarken, arada ilginc basliklari ile ilgimi cekenler de oluyor. Onlari okumaya basladikca, 5 yil once Londra'ya ilk geldigimde arkadaslarimla paylastiklarim uzerinden neler hissettigime, neler yasadigima tekrar tanik oluyorum. Aralarindan bazilarini paylasayim da, hem burasi bos kalmasin, hem ufak bir bahane olsun, hem de baktikca bana tekrar yazmak icin ilham oluversinler. Bu, Londra'ya gittigimde toplu olarak attigim 3. emailin bir kopyasi (o emaili almadigini farkeden okuyucu arkadaslarim varsa, bilin ki, o kesin email adresinizin yanlisligindandir, benimle bir alakasi yoktur!). 
-----
What I am basically saying above is that, I am going through my email archives and moving things around a little bit. Going through some of them helps reminisce events and feelings that surrounded my life at various stages. Here is a copy of an email (in Turkish) that I sent out as a mass email (the 3rd one from London), shortly after I first arrived here in Fall 2007. Hopefully one day, I will translate this content into English as part of my grand project of publishing every single blog on this website (if not, selected ones) at least both in English and Turkish. Until then, I shall leave you with this song: http://www.youtube.com/watch?v=mtwviRTrS1Y
-----

15 Kasim 2007, Londra:
"Optimist" model bloknotumu açıyorum, nasıl geçtiğini anlayamadığımız
şu son haftalarda neler yapmışım, bir gözden geçireyim diye..

1 hafta sürekli sabah 3'e kadar stüdyoda haritalama, fotoğraf kolajı

yapmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Harita hiç bir şeye benzemedi,
fotoğraflar şimdilik bir işe yaramadı ama üzerinde çalışılabilir.
Proje alanımızla iyice yakın ilişkiler içerisine girdik bu son
haftalarda. 2 hafta boyunca "sadece gözlem" yaptığımız zamanlar oldu.
Ne olup bittiğini yazmaktan ibaret: Şişman bir adam geldi, oturdu.
Yaşlı adam geldi, kalktı, gitti. Şişman bir kuş geldi, yemek vermedim,
çok soğuk... gibi.. Tabii bir iki gözlemden sonra, neye bakmak
gerektiğini anlıyor insan, algıda seçici olmaya başlıyor. Son gözlem
ve fotoğraf çekme günümde bir kadıncağız "hey camera boy, camera, come
you" diyerek beni yanına çağırarak "me don't sleep good, me have
children and here come guys smoke hashish in the night, you know?"
diye devam ederek biraz dert yandı. Kocası geldiğinde "herif dalcak
galba bana" derken, "City Council'dan mısınız?" diye sordu (yarı
İngilizce yarı Türkçe sormadı tabii, zaten muhtemelen Afgan
falanlardı...). Porjeyi anlattım, bol bol fotoğraf çekip, etraftaki
duvarları kazıyan, bira, izmarit ve afedersiniz küçük tuvalet izlerini
çekmemi istediler. Velhasıl kelam, şimdi iki kişiiyle röportaj yapmam
lazım, keşke kadının telefonunu alsaymışım.. Bir de, video çekimi
yapmamız gerekecek, ve Aralık ortasında biten bu dönemin esas projesi
tamamlanmış olacak. Haftaya 20 Kasım'da önemli bir sunumumuz var, bu
haftasonu ona hazırlanmakla gerekecek, yapacak çok iş var.....


Sanırım en son yazdığımdan beri Londra Film Festivali'nde birkaç filme

gittim. "I'm Not There" isimli sanırım hayatımdaki en güzel filmlerden
birini izledim festivalin son gününde. Bizim Meksikalı kızın laptop'u
çalındı önceki gün stüdyodan, akşamüstü polise falan gittik vs..
ertesi gün de koşuşturmaca derken beni satmak durumunda kalınca,
yalnız bir sinema seansı yapmış oldum ilk defa Londra'da. Çok da fena
olmadı.. "Velvet Goldmine"ın yaratacısı Todd Haynes abimizin bu
filmini mutlaka izleyin bir yerlerde görürseniz. Bob Dylan'ın hayat
hikayesinden uyarlama 6 karakter yaratıyor, ve bunlardan biri zenci
bir çocuk, ve bir diğeri de Cate Blanchett mesela!! İkisi de süper
oynuyorlar, ama Cate Blanchett inanılmaz!.. Muhteşem bir kadın, tekrar
tekrar aşık oldum sahnede izledikçe Cate ablayı. Zenci çocuk Dylan'ın
ufaklığında, "countryside" daki farklı ve yetenekli kimliğini
yansıtıyor, Dylan protestleşirken.. Blanchett 60'ların sonunda rock
and roll camiasında sallanan, değerlerine ihanet etmekten sorgulanan
sorunlu Dylan "kimliğiyle buluşuyor izleyiciyle". Bob Dylan'ı
Roskilde'de "canlı" izlerken, "ahanda ne kadar asosyal ve bayık bir
herif" deyip, "yahu çadıra dönüp günde 3 kere ısınıp soğuyan ve
sonunda ürik asite dönüşen biralardan mı içsem, yoksa şurda bir yerde
iki sosisli atıp başka bir konser alanına mı gitsem?" diye düşünürken,
bu film boyunca "Bob abi, kusura bakma, bir hatadır etmişiz" demekten
alamadım kendimi. Ama ya 1960'lardaki dönemleri tam 60'lar çizgisinde
çeken, ben diyeyim bir "early Brian de Palma era", siz deyin "geç
60'lar, yeni yeni oluşan sosyal gerçekçi Türk sineması" çizgisi... Ya
da buram buram avant-garde kokan 70ler, grayscale'ler, köşeli açılar,
kitsch, glam ve seks drags end rak en rol beybi...
(Bu arada "Control" adlı filmi de şiddetle öneriyorum yeri gelmişken...)

Ayrıca Fatih Akın'ın son filmi de gösterildi festivalde, son

göstermden önce kapıya gidip "arkadaş gelecek mi peki gösterime?"
dedim, gayet medenice, davetliler listelerine baktılar "o filmden
kimse gelmeyecek" diyerek yolladılar beni.

Bu sırada Eyal Weizman'dan "Destruction by Design" konferansını

dinleyip, İsrail ordusunda askerlerin Foucault okuduklarını,
Filistinli bir aileseniz evinizin bir duvarında solucan deliği açıp
salondan geçip, öbür duvardan karşıdaki eve geçebileceklerini
öğrendik. LSE'deki İsrailliler bu İsrailli anti-Siyonist mimarın
konuşmasına katılmamayı tercih ettiler... Beşiktaş Liverpool'u 2-1
yendi. Sonra Liverpool Beşiktaş'ı 8-0 yendi. 6 Kasım akşamı 6 Türk
toplanıp 8 gol yememizi izledikten sonra 2şer tek rakı ve 8er paketlik
Heinekenler'e verdik kendimizi... Architectural Association'da Bernard
Tschumi konferansına gidildi, AA hakkında ilk izlenimler edinildi
(iyi, güzel...) ama benim için son haftaların önemli olayı geçen
haftasonu yaptığım Zürih gezisiydi...

Arada eklemeleyim ki, evsizlikten epey sıkıldım. Özellikle bu son

hafta çok bunaldığımı hissediyorum, yalnız başıma bu yurt odasında
kalmaktan. Chalk Farm'da çıkacağımız ev işi son dakikada yattıktan
sonra epey enerjimi kaybettim ev bulma işinde. Açıkçası çok iyi bir
potansiyel ev arkadaşını da kaybetmiş oldum Lucrecia hemen aynı
haftasonu başka bir eve çıkınca. Şimdi ne pahasına olursa olsun bir
şeyler bulsam iyi olacak mantığıyla hareket etmeye yönelcem sanırım...
Geçen gün epey depresif hissettiğim, bunaldığımı söylesem abartmış
olmam ama hemen moralimizi bozmayalım. Burada yağmur bile yağmıyor
hala, kara bulutları hep oraya yollamışız, daha fazla yollamayayım,
sizde üfleyin, püfleyin def edin..

Zürih...


Zürih güzel, bence öğrenciler için yaşanabilirliği olan, şirin bir

şehir. Kar sezonunu da orada açmış oldum. Gaddem bilgisayarımın USB
hubları bozulduğu için resim yükleyemiyorum. Londra resmi de
yollamamışım hiç, o halde yarın öbür gün okuldan resimli ve az yazılı
bir email atayım.

Zürih soğuktu ama eğlendik, İlkay'la yedik içtik, bir yerden sonra

cüzdanı unuttuk, şarap fuarına gittik, gemiden gemiye atlayıp şarap
içtik (bir tane absent'çi abi vardı, ondan da likör ve absent içtik,
ama adam bizi kovdu sonunda), akşamları yürüdük dolaştık, İspanyol
meyhanelerinde tapa-sangria, İsviçre barlarında "einmal Weissbier
bitte"...

amma velakin geziye damgasını vuran olaylardan biri cumartesi günü (10

Kasım'da) rastladığımız Kürt yürüyüşü idi. Kürdistan ve PKK leyhine
aynı anda bağıran grubun fotoğrafını çekmeye kalkınca, arkamdan
yaklaşan yüzü yanık uzun boylu bir yürüyüşçü önce Almanca gazeteci
olup olmadığımı sordu, "hayır" cevabından sonra önce Almanca sonra
Türkçe Türk olup olmadığımı sorduktan sonra fotoğraf çekemeyeceğimi,
fotoğraf makinesini alabileceğini, uzaklaşmamız gerektiğini vs.. vs..
söyledi. Kısaca olay bu, ve olay hakkındaki (aslında kendime de
şaşarak epey sakin kalarak yaptığım) izlenimler
http://ocavusoglu.blogspot.com/2007/11/snrlar.html
adresinde. Gene
arada reklamı yapmış olduk..

Dün de Londra'da, Paddington civarında gazetecilerin ve ilgilerin

toplandığı, arada söyleşi, konser vb.. olduğu Frontline Club adlı
mekanda "Is it the time for a free Kurdistan?" adlı tartışmaya gittik
Aylin'le. The Independent'tan bir gazetecinin moderatörlüğünde,
Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Birleşik Krallık temsilcisi,
eski bir gazeteci, Kürt tarihi hakkında çalışmış bir yazar ve başka
bir gazetecinin olduğu bir gruptu. Genel olarak, Kürt temsilcileri
"özgür bir Kürdistan için daha zaman erken" diyerek olaya temkinli
yaklaşırken, aslında hem Irak içinde en güçlü konumda olmalarının
ötesinde, cumhurbaşkanlığına da bir Kürt'ü koymalarından ve
Talabani-Barzani ikilisinin sert-yumuşak, pasif-agresif rollerinden
kelli, şimdilik "özgürlüğe giden yolda" acele edilmemesi gerektiğinden
dem vuruldu.. Türkiye'yle ilişkilere değinildi, iyi olması
gerektiğine, Türkiye'nin bu bölgeyi tanımasına gerektiğine (bu konu
üzerine son günlerde çıkan yazıları okuyabilirsiniz) dem vuruldu, vs..
vs.. Aslında bir çoğu da hakim olduğumzu konular.. Zürih'teki deneyimi
anlatıp, başka ülkelerdeki Kürt azınlıkların PKK'ya bakışı ve kendi
kimlikleri içindeki tanımını sormaya çalışsam da sorum yanlış
anlaşılıp yanlış cevaplandı, canım sağoldu....

Evet efendim, önümüzdeki günlerde proje işleri, iki adet konser, belki

az biraz daha gezmeler tozmalar olabilir.... Ben yazmaktan yoruldum
sayılır, buraya kadar sabırla okuyan olduysa bile çok yorulmuş
olmalı.. Çok dan dun bir email oldu, ve çok dan dun keseceğim sanırım
ama herkesi çok öpüyorum diyerek, bu satırlarıma burada son verirken,
yeni çamaşır deterjanımla çamaşırlarımı yıkamaya iniyorum.. Memlekete
selam, yola devam..

Fatih Akın olsaydı "we love you we love you we love you" diyebilirdi,

ya da "Türkiye'dekilere sesleniyorum, 'united we stand, divided we
fall'" diyebilirdi, ben diyorum ki, "sakin olalım, hızlı reaksiyona
geçen düşünce balonlarımızı küfürlerle patlatmak yerine, kendimizi ve
etrafımızı ne kadar değiştirebiliriz onu düşünelim". şimdi böyle güdük
bir şekilde bunu yazınca, çok ukala ve biraz da soyut durdu sanki.

sizi bu resimcikle başbaşa bırakıyorum....


https://mail-attachment.googleusercontent.com/attachment/u/0/?ui=2&ik=85623c0ca1&view=att&th=11640cafc548db92&attid=0.1&disp=inline&realattid=f_f90k8vks1&safe=1&zw&saduie=AG9B_P8vWX_wacC43rL4QPDfmK40&sadet=1346970720420&sads=QxuFl4bKD4teJhP1boXDUbQHL5k