Tuesday, May 27, 2008

Migren

Migren yaklasik iki yil oncesine kadar teshisini koyamadigim, epeydir gozumu, beynimi ve basimi agritan bir dert oldu. Teshis ile birlikte yanimda tasimaya basladim anti-migren ilaclari ise yeni bir hayatin baslangici. Oncelikle migreni taniyalim:

Dusman basina bile gelmesini istemeyecegimiz bu illet olay, oncelikle gozlerde keskin agrilar, gormede gecici bozukluk ve basin belirli bolgelerine onceleri kucuk igneler ve daha sonra sert yumruklar siddetinde ritmik baskilar olarak kendini belli eder. Hastanin isiga ve sese duyarliligi asiri yuksek derecelere cikar ve herhangi bir dusunce uretim ani bile muthis aci verici bir hadisenin baslangicidir. Ilerleyen saatlerde asiri terleme ve su kaybiyla birlikte 'azdigini' belli ederek mideye de vurmaya baslayan ve bulanti olusturan (cok agir vakalar haricinde kusma gorulmeyen) hastalik esnasinda hastanin yapabilecegi tek sey kendini karanlik, serin ve gurultusuz bir ortama kapatip 'salteri kapatmak'tir. Genellikle az uyku, fazla icki seanslari sonrasi Azrail gibi cikagelen bu sevimsiz illetin esas cikis kaynagi hala bilinmemekle birlikte, dunyayi ele gecirmeye calisan Marslilardan tutun da beyne giden bazi damarlar uzerinde olusan basinca kadar turlu derecede atmasyon one surulmustur. Fakat butun bu aci dolu saatleri yasamadan once, benim gibi 2 sene oncesine kadar zavalli migren hastasini oynayanlarin bilmedigi ama ogrenir ogrenmez Frodo'nun Yuzugu'nden bile daha degerli bir hazineye kavustugu muhtesem bir oncozum vardir. Bu oncozum icin muthis bir ongoru de gerekmez, kisinin birkac kere migren illetini tatmis olmasi yeter. Bu cozumun adi (anti)migren haplaridir.

Bu muhtesem haplar ormanda on fil gucundeki bir ubermensch'i bile yarim saatte yere devirebilecek cinstendirler. Ozellikle 'avmigren' ismindeki turuncu hap, kimya/ilac sektorune getirdigi alternatif renk, yuvarlak hatlarinin estetik ve temas (dokunus) ozelliklerinin cezbedilicigi, dis katmanindaki boyanin tadinin rahatsiz edici olmaktan ote, hafif tatli bir draje seker kivaminda olmasi ve eczanelerde ucuz ve rahatlikla erisilebilir olmasindan oturu bu sektorde bir adim onde giden bir haptir. Hasta, 'aman geliyorum beynini yicem' diyen migreni ufuk cizgisinde gordugu an bu ilaclardan birini alir, uzerine de siesta tadinda bir uyku cekerse, o zaman sen hayran, ben sana hayran, samanlik seyran, yaradana kurban olunur.

Peki ben nasil oluyor da bir migren oncesi bekarliga veda partisi kivaminda hissederek migren ilacimi yuttugum bu sen gunde, su anda karanlik bir odada 26. ruyami gormek yerine bu satirlari yaziyor olabiliyorum? Iste, migren ilaclarinin yan efektlerinden biri olan 3 numarali 'beni yutup uyumazsan, seni ucurur, ucsuz bucaklara suruklerim' efekt benim su anki haleti ruhiye'mi aciklamakta birebirdir. Bu guzel ilac adami oyle bir hale getirir ki, kafa cok hafif kiyak oldugu gibi dil kuruyarak peltelemeye baslar, degil benim gibi normal biri, rapstar Ceza bile gelse kendisi aninda bir Mesut Yilmaz'a donusur, ayaklarinda hissettigi karincalanma ve prangalanma, ruhunda hissettigi 'Red Bull kanatlandirir' efekti ile oyle bir celisir ki, iki tarafindan cekilerek uzatiliyormus gibi hisseden bunye ne yapacagini sasirir, heyecandan heyecana kosar.

Boyle anlarda hayatin anlami da, ugrastiginiz isin ciddiyeti de ufak kaymalara ugrar. Hayata karsi olan elestirel durusunuz "dunya kenti soylemine yapilan Marksist elestirel bir yaklasim gibi oncelikle kuresellesme teorisini irdelerken, kuresellesmenin dogal bir surec oldugunu iddia eden neo-liberal odakli teorilere karsi, kapitalizmin 1970’lerde girdigi krizden cikmak icin kuresellesme politikalari projeleri kurdugunu" one surebilecegi gibi, Ingiltere'nin Eurovision'da surekli sonuncu olmasinin, sarkilarinin dandikliginden veya ulusal televizyondaki sunuculari Terry Wogan'in bile yarismayla dalga gecmesinden degil de, Ingilizlerin baska hicbir Avrupa ulkesinde genis bir diasporasi bulunmamasindan, yurtdisinda olan Ingilizlerin de ya Rus vb.. hatunlarla kaynasmaya calismasindan, Turkiye'de yaptiklari ucuz tatillerde raki siselerinde kaybolmalarindan ya da bulunduklari yerin 'la France' bile oldugunu hatirlayamayacak kadar sarhos olmalarindan dolayi Ingiltere icin mesaj atacaklari telefonu yanlis kaydetmelerinden oldugunu kavrayabilir bir anda (bunu hic dusunmemistiniz degil mi?). Iste migren boyle bir tad, boyle bir dokudur. Atesle yaklasmayiniz, afiyetle yiyiniz.

Sunday, May 25, 2008

Yeni baslayanlar icin Londra (II)



Okuldan eve olan bisiklet rotami 3 bolume ayiriyorum. Aarhus'ta da ayni durum gecerliydi. Kampusu terk ettikten sonra demiryolu koprusune kadar olan uzun yokus birinci bolum, Hans Jensen Plads (sanirim buydu adi) uzerinden batiya donup tekrar demiryolu koprusunu gecene kadarki bolum ikinci bolum, sonra da Hz. Muhammed karikaturleri krizine sebep olan Jyllands-Posten gazetesinin hemen karsisindaki yurda kadar olan Viby bolumu 3. bolum.

Burada ise guzergah soyle. LSE'den Euston Tren Istasyonu'na kadar olan yol 1. bolum. Arada Holborn ve Euston olmak uzere iki metro istasyonu geciyor, Kingsway ve Southampton Row isimli hic bir yere sapmadan kuzeye dogru yonelen caddeleri kat ediyoruz. 2. bolum Camden Town merkeze kadar olan Eversholt Street ve Camden High Street'i kat ettigimiz gene duzayak olan bolum. Son bolum ise Kentish Town Road'daki hafif yokus yukari egimli bolum ve sirin caddemiz Leighton Road kenarindaki yari pastoral bolge... Iste son donemlerde sehir algima farkli bir boyut kazandiran bisiklet gerceginin bir boyutu. Bu girizgahi yapmamin bir sebebi de bugun gerceklesen heyecanli Formula 1 Monaco Grand Prix'sinden sonra Londra'yi da etkisi altina alan yagmruda bisikletle giderken bir an icin "acaba benim de yagmur lastiklerim olsaydi simdi performansim ne kadar degisik olurdu?" dusuncelerinin vuku bulmasidir. Her neyse, gecen hafta kaldigimiz Londra kesfine devam edelim. Bugunluk akademik cevrelere bir goz atalim (alfabetik siraya gore):

AA - Architectural Association: Dunyaca unlu sayisiz mimarin gelip gectigi, sadece bir kere Bernard Tschumi'yi dinlemek icin kapsamlica ziyaret ettigim, tez konumu da yakindan ilgilendiren Zaha Hadid'in de bir zamanlar okudugu, lisans ve yukseklisans programlari Ingiltere normlarinda bile 'asiri pahali' olan, bircoklari icin 'ruya okul'. Bircoklari icin ise 'mimarligin gittigi yon' kadar (soyutluluk eksenli) belirsizlik cimcimesi. Bloomsbury civarlarinda, hostellerin, otellerin, ofislerin de bulundugu, siradan bir ev olup olmadigini bile anlayamayacaginiz, bir dizi Viktoryan mimari binalardan ikisi icine konuslanmmis minnacik bir okuldur. Iki bina birbirine bir avluya baglanmis, bu binalarin bodrum katlari atolye olarak kullanilmakta, 1. katlarda toplanti salonu, studyolar, kafe bulunmakta, ust katlarda gene studyo ve kutuphane bulunmaktadir. Duvarlarina beyazin hakim oldugu, etnik kimligine ise Londra gercegi dusunuldugunde fazla sasirtici olmayan bir bicimde sarinin hakim oldugu okul.

Chelsea College of Art & Design: Chelsea hakkinda cok fazla bilgi sahibi oldugumu soyleyemem. Sanilanin aksine, Londra'nin en 'posh' bolgelerinden biri olan Chelsea'de degil, Thames Nehri'nin hemen kuzeyinde, Tate Britain (Tate Modern degil)'in hemen kuzeybatisinda, Pimlico bolgesinde Pimlico Koprusu'ne yakin bir yerde konuslamistir. University of the Arts London okullarindan biridir (St. Martin's gibi), 'guzel sanatlar' bolumunde okumak isteyenler genelde burayi tercih ederler.



Goldsmiths
College: University of London'in teori agirlikli sanat programlarini iceren okul. University of the Arts London'a bagli degildir, dolayisiyla bir 'guzel sanatlar akademisi' olarak anilmaz. Kendileri dikkatimi master programlarina giden bazi arkadaslar ve takdirle izledigim Eyal Weizman'in basinda bulundugu Research Architecture cekmistir. Bu satirlarda bahsi gecen diger tum okullara gore, Londra merkezine en uzak okuldur. Uzakligi bir yana, New Cross Gate gibi guney Londra'da bile pek fazla ragbet gormeyen, Dogu Londra aksinin Thames Nehri'nin guneyinde kalan (ve simdi kapanmis olan East London metro hattinin son duraginda bulunan) bir bolgededir. Burada yasam genelde ucuzdur. Ogrencileri, New Cross'un agirlikli olarak siyahi kokenli nufusundan oturu buraya karsi bazen yapmacik bir sanatci bakisiyla 'cok enteresan' gozuyle bakarken, hakli olarak bazi insanlar da bu farkli ama gene de homojen yapida olan muhitte kendilerini yabanci hissederler. Bolgenin 'guvenligi' konusunda burjuva korkulari olan genis bir kitle bulunmakla birlikte, benim icin zaman zaman ilginc, cogu zaman da alisilmis sekilde farkli bir yer olarak algilanmaktadir. Okul binasi ve kampusu diger bircok okula gore cok daha ozgun bir karaktere sahiptir.

King's College
: UCL, LSE, SOAS, Goldsmiths, Birkbeck gibi diger okullarla birlikte University of London'in parcasi olan okullardan biridir. Ana kampusleri LSE'nin hemen karsi sokaginda nehire nazir Aldwych'te (bu 'yakinlik' itibariyle daha once ne kavgalar yasanmis iki okul arasinda) ve gene Thames'in hemen guneyinde, nehire nazir Waterloo'da yer almaktadir. Kampus binalarinin konumlari, kutuphane binasinin ihtisami ve Somerset House'in bu okulun bir parcasi olmasi ozellikle (cok afedersiniz) LSE'nin eline veren ozelliklerindendir. UCL gibi King's de bircok farkli fakulteden olusan, bildigimiz universite mantiginda bir okuldur.


Somerset House; Waterloo Koprusu uzerinden Aldwych; ve Somerset House ve kisin avlusunda kurulan buz pateni pisti

LSE - London School of Economics and Political Science: Binbir kuskuyla geldigim, ve kuskularimin neredeyse tamamini tatmin edecek muamele ile karsilastigim (simdilik ilk) Holborn-Aldwych kesisiminde yer alan yukseklisans okulum. LSE, University of London'in bir parcasi olmakla birlikte, basli basina tek bir fakulte olarak, kolej tadinda olup universite konumunda bulunan ilk ve yegane okullardan biridir. Bu durumda universite tadi vermedigi gibi tek bir yesil alani olmayan, 3-5 tane bankla idare edebildiginiz, 2-3 sokagin birbirinin icine girmis, sehrin gobegi tadinda, bir yaninda Royal Courts of Justice, diger yaninda ofisler, barolar, bankalar bulunan bir kampusu vardir. Dunyanin uluslararasi ogrenci yogunlugu en yuksek okuludur. Cambridge ve Oxford'a gore (ki bence son yillarindaki egitime ile daha da belirgin olarak) hem kapsami, hem de kapasitesiyle arkada kalmasina ragmen Ingiltere'nin en iyi 3 okulundan biri olarak bilinir. Sosyal bilimler dalinda dunyanin sayili okullarindan biri olarak gosterilir, ozellikle yabanci ogrencileri bu gibi hususlar yuzunden bu okulda okuduklari icin kendilerini bir sey sanirlar, genelde bankaci, finansci olmak isteyen ve hic de 'cool' olmayan bir yapida olduklari gibi, kibar da olmadiklarindan oturu cok da sempatik degildirler. Gel gor ki, zaten iyice neo-liberallesen bu okulda ne genel egitim ne de ogrenci/hoca profili okulun geri kalanina uymayan City Design ve Social Science ogrencileri okulun geri kalanindan kopuktur. Bu durumda ben de az once siralamis oldugum genellemelerden izole kalmis olurum, ve ayrica sevdigim saydigim bircok arkadasim da bu cizdigim genel cerceveye cok az uyduklarindan oturu yaptigim butun bu olumsuz algilanabilecek yorumlar gercegin ufak ve subjektif bir yansimasidir. Aslinda LSE insanin kendine yakisani giymesidir.

Butun bu yorumlar bir yana, diger bircok yazida gectigi gibi bana kattiklari ve sundugu yararli/yararsiz/zorlayici/ogretici unsurlarla birlikte uzerimde epey emegi gecmistir.


Kutuphanenin onu; Houghton Street; ve City Design and Social Science studio.

SOAS - School of Orieantal and African Studies: Bloomsbury Square'de, University of London'in ana kampusunun bulundugu yerdedir. LSE gibi belirli konularda uzmanlasmistir. LSE ile birlikte ilginc bir donusum surecinin parcasi olmustur. Soyle ki;

LSE, 19. yy'in sonunda Sosyalist Enternasyonel'in devrimci olmayan, reformcu olan ve daha sonra Almanya'da SDP, Britanya'da Labour'un ana hattini olusturan "Sosyal Demokrasi (Demokrat Sosyalist)" kulturunden gelen onemli bir topluluk olan Fabian Toplulugu tarafindan kurulmustur. Buna mukabil, SOAS ise, emperyalist Britanya'nin, somurdugu uluslar uzerine yaptigi calismalarin bir uzantisi olarak sekillenmis bir okuldur. Farkli sureclerden gecen bu okullardan, LSE, son 20 yilda neoliberal bir cizgide, Labour ile birlikte, 'kamu yarari'ndan ziyade 'kamuya sov'u gozeten bir kimlige burunurken SOAS daha 'alternatif'e kayan cizgisi ve egitim programiyla zit kosullarin belirleycisi olmuslardir.

St. Martin's College of Art & Design: Holborn'da yer aldigi, arkadas yogunlugunun da nispeten fazla oldugu icin, hic alakamiz olmamasina ragmen bir sekilde 'kardes' okul olarak benimsedigim okul. Benim okudugum programin icinde 'design' kelimesinin geciyor olmasi da hicbir sekilde beni tasarimci yapmadigi gibi St. Martin's'i de, LSE'ye yakinlastirmamaktadir. Gel gor ki, guzel havalarda Lincoln's Inn Fields parkinda beraber cimler uzerinde guneslenebilecegimiz yakinlikta, ama 'biz sanatciyiz, iktisatcilari sevmeyiz' kadar uzaktadir. Her neyse, LSE'deki iktisatcilarla benim de aram fazla olmamakal birlikte saka bir yana, St. Martins'liler genel olarak 'ben sanat okulunda okuyorum, sen nesin ki?' deme potansiyeli yuksek bir guruha dahil gelmemistir bana gore genellikle. Ya da sadece benim tanidigim insanlar biraz daha tevazu sahibi insanlardir. St. Martin's'in ilginc bir ozelligi, buradaki cogu master programlarinin, Ingiltere'deki genel hadisenin aksine 2 yil olmasidir.


Holborn'da aksam

UCL - University College London: Londra ve Britanya'nin en eski ve en buyuk okullarindan biridir. Neredeyse her konuda egitim vermektedir. Tip, Muhendislik Bilimleri, Fen Fakultesi onemli fakultelerinden birkacidir. Cok fazlda degisim programi ile ogrenci gonderip alir. Kendine ait bir hastanesi oldugu gibi bazi fakulte ve bolumleri kendilerine has isimleri ile anilir, bu yuzden de UCL'in bir parcalari olduklari bilinmez. Ornek olarak, mimarlik egitimi dunyaca nam salmis Bartlett School of Architecture gosterilebilir. Euston, St. Pancras, Warren Street, Goodge Street mahalle ve metro istasyonlari boyunca uzanan cesit cesit binasi ve ITU Taskisla'yi andiran ana kampusu ile sehrin cok onemli ve guzel bir yerinde konuslanmistir. Ara sirada da bana 'neden bu okula gitmedim?' sorularini sordurmaktadir. Genel olarak 'dunyaca unlu' olarak bilinmese ve Turkiye'de fazla taninmasa da, Ingiltere'de cok saygi goren bir okul oldugu gibi ayni zamanda LSE, Cambridge, Oxford ve King's ile birlikte G5 Ligi (pek sevmesem de bu siniflandirmalari) icerisinde yer alir.



Bunlar haricinde cok cok sinirli bilgim olan City University, London College of Fashion (LCF), London College of Communication (LCC) ve Middlesex University hakkinda yorum yapmaktan kaciniyorum simdilik...

Sunday, May 18, 2008

Yeni Baslayanlar icin Londra ve Guneydogu Ingiltere

- Londra 32 ilce ve tarihsel merkez City of London'dan olusur. Bir valisi vardir, 1 Mayis secimleri ile yeni degismistir, kendisi 'ozel' guclere sahiptir, ama Londra gibi 'cesitlilige' sahip bir sehirde guclu bir Vali'nin varligi tartisilmaktadir. Zira, Londra'nin her bir ilcesi birbirinden cok farklidir. Ilceler bile kendi iclerinde cok fazla cesitlilik gostermektedir, ornekleyelim:
City of London sehrin ticari merkezidir. St. Paul's Katedrali gibi onemli bir tarihsel ikona sahip olmakla birlikte, Londra'nin buyuyen hevesleriyle birlikte yeni gokdelenlere ev sahipligi etmektedir. Konut sayisi cok azdir.
City of Westminster Birlesik Krallik Parlamentosu'na, Hyde Park'a, Soho'ya, Trafalgar Meydani'na ev sahipligi yaptigi gibi, yogun nufuslu bir bolgedir. Genelde sehrin batisina yayildigi icin buralarda oturmak pahalidir, buralarda oturanlar genelde zengin veya sanslidir.
Camden sehrin merkez-kuzey ilcelerinden biridir. Camden Town gibi punk'in eski merkezi, hala punk/gotik agirlikli, Londra'nin en turistik yerlerinden biri olan eski alt-kultur merkezi bir mahalle, yukarida bahsi gecen Regent's Park, onemli tren istasyonlari King's Cross ve St. Pancras, kuzey Londra'nin en pahali, hafif tepede gorkemli konumda bulunan yesil mahallesi Primrose Hill, yeni mahallem Kentish Town gibi yerlerin hepsi Camden sinirlari icindedir.
Southwark Thames Nehri'nin hemen guney yakasindaki bir ilcedir. Thames'in kuzeyinde oryante edilmis (ulasim agi) Londra'da, Southwark son yillarda onemli donusumlerin gerceklestigi Bankside (Tate Modern), South Bank gibi mekanlara sahip oldugu icin, artik 'merkezi' bir ilce olarak anilmaktadir. Nehrin guney yakasindaki en guzel yuruyus bolgelerinin de bulundugu bolgeler burada yer alir. Fakat Elephant&Castle gibi merkezindeki ce daha guneyindeki bolgeler cok fakir ve genellikle 'kotu anilan' yerlerdir.
Tower Hamlets merkezin hemen dogusundadir ve Londra'nin en fakir bolgelerinden biridir. Ilginctir ki ilceye degil de global kapitalist dunya pazarina sermaye saglayan Canary Wharf, yani Londra'nin Manhattan'i (Istanbul'un Mashattan'i (!)) bu ilce sinirlari icerisinde yer alir.
Hackney, gocmen isci Turk ve Kurtlerin en yogun oldugu bolgedir. Kebap yemeye buraya gidilir. Henuz gorulmemisse de, 'Turkiye'den iyi manti' oldugu iddia edilen 'Selale Manti Evi' bu ilce sinirlari icerisinde yer alir. Shoreditch, Old Street, Hoxton gibi bolgeleri kotu durumda bulunan konutlari barindirir. Sehir merkezinin hemen dogusunda ve kuzeyinde yer aldigi icin, 20. yy. boyunca 'merkez-periferi' arasindaki 'istenmeyen bolge'yi olusturan bu yer, yeni kentsel donusum surecinin merkezinde yer alir, 'sanat camiasi' icin en 'hip' olan yerlerden biridir. Fakat, bu surec artik Old Street gibi yerlerde kiralarin da ucmasina sebep olmustur. Suleymaniye Camii de Dalston Road uzerinde, bu ilcenin sinirlari icerisinde yer alir. Ilginc bir atmosfere sahip olan ilcenin guneyi, tam da City of London'in yeni gokdelenlerinin golgesinde, kendi 'alternatif' formunu uretmektedir.



- Londra yesildir. 18. yy. Kral George donemine ait mimari, sehir merkezinin batisindaki zengin mahallerde uzun avlulu ve on bahceli sira sira evler uretmistir. 20. yy'a kadar Viktoryan mimari arka ve on bahceleri imal etmemis, 1930'lar 'suburb'lerde 'garden-city' akimini baslatmis, 2. Dunya Savasi sonrasi sosyal toplu konut mimarisi blok apartmanlarin arasina cocuk parklari ve bahceler koymustur.

- Londra'nin 'konutsal' yesilligi disinda, sehrin geri kalani da irili ufakli parklarla doludur. Ofis binalarinin yogun oldugu ve hukuk ve finans merkezi bolgeler, binalarin aralarina ic avlusu seklinde parklar yerlestirmislerdir. Yerel mahalleli ve ofis calisanlari guzel havalarda ogle yemeklerini parklarda yer, issiz gucsuzler ve ogrenciler buralarda guneslenir. Okul kampusleri de genelde yesil alana onem verir, benim okudugum LSE ise bu konuda da sinifta kalmistir. Ayrica sehrin merkezinde ve dis mahallelerinde cok guzel parklar vardir:

- Bunlardan en buyugu ve merkezi olan Hyde Park guzel havalarda dolar, yazin festivallere ev sahipligi yapar, genel olarak aile/guneslenme/ucurtma/voleybol/piknik gibi cok amacli olarak kullanilir. Ortasina Serpentine Golu'nu ve sanat galerisi'ni bulundurur. Regent's Park ise daha cok spor amacli kullanilir, guzel bahcelerinin ve agaclarinin arasinda, cimlerinin bu faaliyete uygun kesildigi genis sahalar bulunur. Bunlarinin bazilarinda tebesir isaretleri vardir, genelde futbol, ucurtma gibi amaclar icin kullanilir. Saatleri ayarlama enstitumuz'un bulundugu olan Greenwich Park sehrin dogusunda, nehrin guney yakasinda yer alir, icinde kocaman bir saray bulundur. Siz deyin Potsdam'da Sansoucci, Paris yakinlarinda Versailles, ben diyeyim Istanbul'da Yildiz, oyle bir hava estirir. Gene sehrin dogusunda, nehrin kuzey yakasinda olan Victoria Park buyukce bir park olmakla birlikte, dogu Londra'nin daha agirlikli genc ve gocmen nufusunca tercih edilir, ara sira buyuk etkinliklerin yer aldigi bu park Haziran ayinda Radiohead konserlerine evsahipligi yapacaktir. Kuzeyde Hampstead Heath sehre yukaridan bakan, egimli, buyuk ve guzel bir parktir. Sehrin disinda, Heathrow Havalimani'na yakin olan botanik parki Kew Gardens da bu guzide sehir de yer almaktadir. Bitkiler konusunda sabirsiz olan ben bile burada guzel vakit gecirmisimdir. Ayrica anlayabileceginiz uzere, bu metinde bahsi gecen parklarin hepsinde bulunmuslugum vardir, gitmedigim yerler uzerine spekulatif satirlar duzmemisim, sadece onlari ihmal etmisimdir.


- Londra ayrica 'sulu' bir sehirdir. Bok rengine sahip Thames Nehri sehri kuzey ve guney olarak ikiye ayirir. Uzerinde London Bridge, Tower Bridge gibi onemli kopruler bulundurur. Acildigi gun 'sallanan ama yikilmayan' yaya koprusu Millenium Bridge, haftasonlari turistlerle doldugu gibi, gecenin issiz saatlerinde oldukca dramatiktir, bir tarafinda Tate Modern, oteki tarafinda St. Paul's Katedrali ile birlikte oldukca etkileyici bir aura'ya sahiptir. Thames Nehri Paris'in Seine'ine, Berlin'in Spree'sine, Roma'nin Tiber'ine, Aarhus'un Å'suna 5 ceker! =) Sehrin hafif kuzeyindeki Regent's Park'tan baslayip, Camden'i kat ettikten sonra Hackney'e gecen, ve sehrin dogusunu yarip gecerek Thames Nehri'ne ulasan Regent's Canal, yaninda yurumek ve bisiklete binmenin muhtesem guzel oldugu bir baska 'sulak alan'dir. Ayrica sehrin cok farkli demografik yapilarini da tek bir gezinti ile gormenizi sagladigi gibi, organik bir metabolizma metafor'u ile sehri baglama bicimi ile ayrica enterasan bir konsepttir. Hamburg'un, Venedik'in, Amsterdam'in, Stockholm'un kanallarindan eksik kalmaz da.



- Londra'dan kacmak icin ara sira Brighton'a gidilir. Londra - Brighton arasi trenle yaklasik 1 saattir. Bu tren yolculugu boyunca Gatwick havalimanindan, genis yaylalardan, ufak cifliklerden gecilir. Tum tren yolculuklari gibi, bu da hava ne olursa olsun cok guzeldir.

- Ingiltere'nin guney sahil kasabalarindan biri olan Brighton, Avrupa'da gay nufusunun yogunlugu ile bilinmektedir, iki ziyaretimde de hava hafif yagmurlu ve soguk olmustur, ve gay tek bir cifte bile rastlanmamistir. Bu ufak ve sirin sahil kasabasinin, sari ve turuncu renk tonlarinda guzel taslari olan bir sahili, mavinin farkli tonlarina hakim goz alabildigince uzanan ve Britanya'nin bir ada oldugunu hatirlatan denizi ve bembeyaz evleri vardir. Sehrin genel yapisi duzenli bir planlamaya isaret etmekle birlikte, 1980'lerde buyumeye baslayan (ve sanki 1990'larda kalip zamanin durdugu) sehir, sahil kenarindan yararlanabilmek icin, klasik 2 katli Viktorya tarzi mimarinin yerine cirkin betonarme yapilari dikmis, ziyaret edenleri uzmustur.



- Brighton sehrinde Mayis ayi festival ayidir. Muzik, tiyatro, sergi, performans, konferans gibi formlarda ucretli ve ucretsiz etkinlikler vardir. Tabii ki ucretsiz olanlar secilir, ve havanin guzel oalcaginin tahmin edebilecegi bir haftasonu Brighton'a gidilir. Sansli ise, sehrin biraz disinda guzel bir sahilde denize girilir, bahtsiz Bedevilere ise sehrin merkezinde dolasip, cirkin otesi Royal Pavillion'a ve parklara yakin sokaklarda guzel ve 'mellow' kafelere ve dukkanlara bakinilmasi onerilir. Brighton'da Brighton Pier'da cilginca atari oynanir, ilkbahar yaz sonunda acilan, iskelenin ucundaki lunaparkta eglenilir. 8 kez 360 derece donen ve icine oturdugunuz kabinde kendi etrafinda donen, yaklasik 25 metre yuksege cikan ve iki kabinden oturmadiginiz kabindekileri inerken sizi en tepede 5 dakika, deniz manzarasina karsi bekleten Kamikaze'ye binilir! Evet manyak ve eglenceliyim.

- Brighton'a gitmek icin sabah 7'de kalktiginiz bir cumartesi gunu, gece 23.30'da Londra'ya dondukten sonra hala kendinizi once Old Street'te bulmanizla, oradan Dalston Road uzerinde, terkedilmis bir evin yeni bir sanat merkezine donusturuldugu gecede bircok Avrupa uyruklu sanat camiasi ile birlikte basik tavanli buyukce bir 'acik plan' mekanda cigirtkan, agresif/kompulsif/gay bir vokaliste sahip, plak sirketlerine hayir diyen cilgin bir grubu dinledikten sonra, saat 4 gibi bisikletle hic gecmediginiz yerlerden eve gidip uzun gunu bitirmenizle sonlanabilir.

- Berlin ogrenciye dost, ucuz, sanat yapilan ve sonunda issiz kalan bir sehir ise, Londra da sanat yapan/yapamayanlarin bir sekilde subvanse edilebildigi, para'ya endeksli bir sehirdir. Bohem degildir, tarzdir. Londra'nin farkli bolgelerinde ve mekanlarinda kizlar 'tarza sahip'tir, erkekler daha da fazla 'tarza sahip'tir. Londra cok merkezli bir sehir oldugu icin genelde belirli aktiviteler, belirli yerlerde, belirli sekillerde, belirli tarzlarda yapilir. Istanbul'daki gibi her an tanidik birine rastlama sansiniz cok yuksek olmayabilir.

- Bu bir kuzey Avrupa gercegi ve bunu Danimarka'da da sikca yasamistim ama bu cografya icin gecerliligi de su goturmez: Sabaha karsi 4'te evinize bisikletle gitmeye calisirken, caddelerdeki tek tuk ama hizli arabalar carpmasin diye kulaginizi dort acarsiniz araba sesi duymak icin. Tam o sirada kus civiltalarini duyup, basinizi goge cevirdiginizde, gogun koyu lacivert bir renge burundugunu gorursunuz. Kuzeyde (ve guneyde) uzun gunlerde gunes uzuuuun uzuuun dogar ve batar.


(devami ileriki yazilarda...)

Wednesday, May 14, 2008

guzelle(n)me

Oda kokusu aldim odam bahar kokuyor,
pencereyi aciyorum iceriye bahar doluyor.

Mayis, Israil'in 60. kurulus yildonumu (14 Mayis 1948) tum dunyada bu hafta kutlaniyor,
10 Mayis'ta, Filistin sempatizanlari, anti-Siyonist Muslumanlar, Yahudiler, Ateistler, Trafalgar Meydani'nda toplaniyor, Nakba'yi lanetleniyor.
9 Mayis'ta, Israilli transseksuel Dana International 10 yil onceki Eurovision 'zaferini' animsiyor.

Sasirtmayan bir sekilde, tam bu gelismelerin golgesinde, gene Beirut'ta silahlarin patladigi, Hizbullah ve Hukumet arasindaki gerginlige, ordu 'tarafsiz' bir mudahelede bulunmaya karar veriyor

9 Mayis'ta 2. Dunya Savasi noktalaniyor.
Yillar sonra, daha farkli bir Almanya dusleyen Ulrike Meinhof ayni gun oluyor.
Mayis 1968, 40. yilini dolduruyor.

9 Mayis 2008, Nick Cave and the Bad Seeds, Apollo Hammersmith'te hepimizi iyice bir sarsiyor.

Yasli delikanli, 2 saat boyunca bir 'indirip' bir 'kaldirirken' bazen vecizleriyle, bazen cift davul setinden aldigi ihtisamla ufak ufak yumrukluyor. Sahne pembeden kan rengine, yesilden mavi'ye donerken yasli delikanli eski gunleri yad ediyor. Eski bir tiyatro olan devasa mekanda dans etmeyip ziplamayanlar bile bir yerlerini kipirdatiyor enerjinin etkisinde.

10 Mayis'ta yeni bisikletin bozuk kisimlari elden geciriliyor, gunesin vurdugu yollar tekerlerin altinda kayip gidiyor, Camden'da kanal boyunda insanlar toplasiyor, eski dostlara ilik bir bahar aksaminda tesadufen rastlaniyor. Sehirin bir parcasi olunmaya basliyor. Nisan kasirgasinin uzerine 'Mayis sikintisi' gelmeden, en guzel baharin altinda, yeni mevsimler, yeni manzaralar ve heyecanlarla birlikte yuzler guluyor.

11 Mayis'ta Hyde Park'a piknige gidiliyor. Regent's Canal'i takip ederek bisikletle, London Zoo bir kenarda, kanalin dibinde 5m.lik dar bir patikada, yolun uzerindeki yuksek satihtan sarkan agaclarin yapraklarinin arasinda, elele yuruyen asiklarin ve "kucuk Venedik'i" gezen yaslilarin arasinda sehir ince gelinliginin icinden gerdanini gosterirken, gardimiz dusuyor. Bisikletin sagladigi, Londra'nin eksik etmedigi, kisa zamanda farkli mahallelerde 'yasayarak' seyahat etme olanagi ile farkli tipolojiler, renkler, kimlikler, kinlikler, hinlikler akip giderken serit boyundan asagiya, cok guzel bir haftasonu bir bisiklet pedali kadar uzak, bir uluslararasi telefon gorusmesi kadar yakin, keyifle noktalaniyor.

Kafam hala karisik. Gecen yil bu donemleri dusunuyorum. Galata'daki eve iyiden iyiye yeni isindigim donemler. 4 yillik universite hayatinin son finallerine, aksamlari bir duble raki, ceyrek kavun ve iki dilim peynirle hazirlandigim zamanar. Mahallenin dinci marketi ve suratsiz bakkali arasinda yaptigim tercihler. Yeni yeni herkesin gozdesi olan Kuledibi. Bazen sikintiyla, bazen cok farkli yuzlerle uyanilan, arka sokakta bazi geceleri uzun uzun 'annneee' haykirislariyla uyunan yalniz geceler, karanlikta usumek ve iki dakikada Tunel'e cikmak.

Daha nehir kenarina doymadan sikiliyorum Londra'da ilk kaldigim yurttan. Galata'dan kopup gelmeye zorladigim icin kendimi, tekrar ev hayati istiyorum daha yuksek tavanli, tugla duvarli'ya yeni alismaya baslamisken kendimi parcaladaigim icin. Yeni bir mahalle, yeni bir mevsim, yeni misafirler, yeni bir bisiklet, yeni bakallar, hic tanimadigim banka isimleri, pub'lar... Daha once hic ziyaret bile etmedigim bir ulkede yeni bir hayatin 'ilk'bahari. Karistirirken farkediyorum eski notlari, 'alternatif'i yok sandigim program'imin benzerleri olan diger tanidik sehirleri. Hem de istedigim gibi 2 sene, hem de burada begendigim bir okula 'bedava' zorunlu degisim programi olan, hem de sadece donemlik 240 Euro harc parasi odedigin, hem de hala en sevdigim Avrupa sehrinde.

Makaleler, kitaplar, okunmayan sayfalar, gezilmeyen sergiler onumde ve arkamda; ogrendigim binlerce yeni seyler ve kaybettigim, arkada biraktiklarimla. Deneyimler artarken, denek oluyorum gene. Kalorifer yanarken ayaklarim usuyor, kaloriferini yakmaya kiyamadigim Galata'daki soguk evden bile daha sogukcasina. Bana uymayan bir kultur ve tuketim anlayisinin icinde, her 'tarz'in ortasinda ama hepsinin disinda kalarak. Severek ama asla asik olamayarak. Gecen yillar gelmedigi gibi, 'donus noktalari' birer birer eleniyor, her basarili oldugum turda kazandigim yeni saniyelerin numerik degerleri azalarak. Kredi azaliyor, makine daha cok para istiyor, bir zamanlar gozumde buyuyen 'baska yerlerde yasama' her yerde ayni hapse donuyor, gul bahcelerinin ve duzgun kesilmis cimenlerin arasinda.

Kimse kolay olacak dememisti, ama kendi 'balans ayari'ma sasiyorum, hava istemeyen lastigi sisirdigim, dizel'e kursunsuz'u doldurdugum icin. "Erkekler, futbol ve araba'dan ornek verir" diyen eskileri sildigim icin. Kendimi yolladigim surgun'u mu sevmeye calisiyorum her bir karanlik satirda, yoksa hayatin 3 katli, kesik pencereli, Viktoryan evlerinden birinin geleneksel agirligi mi ayagimdaki prangalar? Kimin taktigindan bagimsiz, yasadigimiz yerde yaslaniyoruz, bazen birbirimize tahammul etmeyerek, bazen kendi romantizmimizin ayna yansimasinin cirkinliginde. En cirkin oldugumu dusundugum gunlerden geciyorum, zamaninda bir Saatli Maarif Takvimi'nde okudugum "en temiz yuz, gozyasiyla yikanan yuzdur"u yasayamayacak kadar kurumus goz bebeklerimle.

Satirlar donuyor, uzun bir otoban hatirliyorum, turuncularin altinda, mola yerinde gecirilen uzun ve ilginc tecrubelerde. Polis arabasinin fari gozumde, cevap veriyorum kendi dilinde, sogukta beni birakip giden otobusu izlerken yagmurdan islanan yuzumle. Bir yerlerden tanismis oldugum yuzlere yeniden rastliyorum guzel bir yaz gununde, dostuma veda ediyorum, "bekleyecegiz" derken yollarken kendimi atese. Satirlar donuyor, "Mayis sikintisi" geliyor, cift katli ahsap pencereyi indiriyorum, perdeyi cekiyorum. Karanlik dolmus bile, uykuya cekilmeye..

Thursday, May 08, 2008

Kralice'den Sevgilerle


"Be It Enacted by the Queen’s most Excellent Majesty, by and with the advice and consent of the Lords Spiritual and Temporal, and Commons, in this present Parliament assembled, and by the authority of the same, as follows:"* Ben de son haftalarda kutuphanede konaklama derecesine kadar varan yogun calisma surecimi, diger emekcilerle birlikte 1 Mayis'ta kutlamayi dusunuyordum. Hem de oyle, Kralice'nin iznini(!) falan aramadan.

*1990, Town and Country Planning Act. 30 Nisan teslimlerine, ve 1 Mayis'a ben de boyle hazirlandim iste. Proje teslimi ve 4 adet essay. Proje donem boyunca gittigi gibi, inisli cikisli ama 'oldu' gibi. Essaylerden ikisi ufak ikisi buyuktu. Ufaklar iyi degil ama 'tatminkar'. Buyuk odevlerden biri 'zayif' ama digeri 'iyi' gibi. Imar izni nasil alinir, hangi durumlarda araya Bakanlik girip duruma el koyar, Kralice bu duruma ne der, kimin eli kimin cebinde gibi eglenceli temalarini; bir Renzo Piano tasarimi olan London Bridge Tower (nam-i diger "Shard of Glass") uzerinden degerlendirme odevi. Ingiltere'de planlama geleneginin anlatimi, riskler, aktorlerin tanitimi ve daha sonra imar izni yerel yonetim tarafindan verilemeycek kadar 'onemli' veya 'buyuk' projelerden birini secip, onun basvuru, kabul/ret, itirzaz ve degerlendirme sureclerini inceleyip; surecin 'demokratik' olup olmadigi hakkinda yorumlarla islenen bir essay. Gayet basit ve guzel bir yapisi olan odev. Kralice destegiyle, Kralice icin.


Bu 'demokratik' ulkenin vatandaslari halen Kralice'ye olan bagimlilik yeminlerine sadik kalmak durumundalar. Metronun ortasinda kusan insanlari kimse sallamaz bu asiri liberal, bireyci memlekette ama (aslen umurlarinda olmayan) Kralice'ye saygida kusur da etmezler: bire girer Her Majesty'den, digeri cikar Highness'tan... Bu memleketin baskentinde hala en pahali araziler Duklere, Duseslere aittir. Milletvekilleri oylar, Galler Prensi de bunlarla oynar. Cromwell'in kemikleri sizlayadursun, bazen 'ise de yararlar'. Duke of Westminster (Londra parlamentosu, Hyde Park vb.. bulundugu belediye) 19. yy.'da, simdi elcilik binalarinin oldugu bolgeye bir toplu konut yaptirir dar gelirliler icin. Kralice emir verir, yoksul ulkelere 'yardim yagar'. Boyle de sevecendir monarsi, boyle de bonkordur aristokrasi bazi bazi. Gel gor ki, en cok ogrendigim ve begendigim odevi de bu politik karmasalar silsilesi ve tasarim ve planlama ve mimarlik bilesenleri ile yazdim.

Kralice 40 yil sonra ilk defa Istanbul'u ziyaret ediyor. Daha once yolladigim kartpostallar ve adresine ulasmayan muzik CD'si araciligi ile Turkiye'ye 'gul yuzunu' yolladigimiz nene hatun, Istanbul Modern'de acilan Tasarim Kentleri sergisi kapsaminda, cokkulturlu Britanya'nin Orta Dogu kirmasi medar-i iftihar'i, Istanbul 'asigi', Kartal-Pendik'e gidip gidip gelen Zaha Hadid'le birlikte. En son gittigimde pek eglendigim, biraz da Wii oynamaktan eksik kalmadigim London Design Museum isbirligi ile duzenlenen sergi Jean Prouve'nin sandalyelerinden, Le Corbusier'nin mimari tasarimlarina ev sahipligi yaparken, yaklasik 120 yillik bir kentlesme ve tasarim birlikteligi seruvenini yansitmaya calisiyor.

Ayni zamanda, "Yesil Kemer" sinirlarina dayanan ve genisleme surecinin surdurulebirligi ve dogaya olan negatif etkileri tartisilmaya baslayan; dunya merkezi olma hayallerinin pesinde metrekaresi kulce kulce altin degerine tekrar donmesi hedeflenen Londra'da; sehir merkezine her sene daha da fazla goc cekerken, konut taleplerinin karsilanmasi surecinde; 'tasarim' boyutunun ne kadar goz onune alindigi (veya goz ardi edildigini) tartisirken, ExCeL, New London Architecture, Somerset House (Design for London) ve daha bircok mekan ve ortamda konferanslar, sergiler suruyor.



Teslimler sonrasi, Kew Gardens bahcelerinde botanik geziler, Leicester Square'de sinema seanslari, tenis antrenmanlari, parklarda bezmece, kanal boylarinda gezmece, bedava muzik festivali derken, isi gucu boslayan bunye icin epey aktif bir tartisma ortami var bu gunlerde sehirde. Yeni valinin Turk kokenleri, Manchester United-Chelsea kapismasi, Nargis firtinasi, Lubnan catismalari, Israil kutlamalari, nisan-mayis aylari, bir gevseyip bir gerilen gonun yaylari ve beyin dalgalari... Iste boyle bir ortamda gidiyorsun Istanbul'a minik kus, kendine dikkat edesin.

Ben de Kralice'yle selamlarimi yollamak istiyorum memleketteki sevenlerime. Kendilerine Buckingham'da bol sihhatler dilerken, Istanbul Modern'de calisan Mehtapcik'a, kendisiyle ITU'lu mimarlik ogrencileri adina konusacak olan Cenk'e iyi davranmasini, etkinlik katilimcilarindan XXI** dergisine guzel roportajlar ve pozlar vermesini diliyorum. Gunluk guneslik (insanda denize girme hevesi uyandiran sicacik) havalari kalici yapmasini, yeni evimin manzarasini kaplayan guzel cicek ve agaclari hic oldurmemesini, pencereden atlayarak ulastigimiz tuvaletin uzerindeki boslukta gecirilen serin, bohem ilkbahar aksamlarina eslik etmesini ve eve gelen gideni eksik etmemesini temenni ediyorum.


**caktirmadan reklam: bahsi gecen guzide derginin Nisan (Mayis) ve Haziran 2008 (ve baska baska) sayilarinda tanidik yuzler olabilir...

Monday, May 05, 2008

Hidrellez cicegi

Alacakaranlik pencereden disari. Ayni sokagi turlaya turlaya bir hal olmusuz. Nedenini, kaynagini bilmedigimiz bir bayram var, ertesi gun her yer kapali, normalde haftanin bu en olu gecesinde sehir isil isil. Mor renkli cicekler bir evin beyaz balkonundan asagi sarkitmislar boyunlarini, parfumle dolduruyorlar, arkasi muzik mekani olan kebapcinin hemen yanini. Ote tarafinda eski bir araba tamircisi. Cicek adlarini ve turlerini hic bir zaman ogrenemedim, bu uzak diyarlarin gunes vuran panjurlarini mahalleye getiren cicegin adini da bilemiyorum. Daha eski yazlardan birinde, kizarmis balik kokularinin arasindan en tepeye cikip sehri cevreleyen daglara ve sehirleri baglayan demiryollarina goz atmak icin tirmandigim o dar yokusta, bahcelerden sokaga tasan 'incir' agaclarini animsatan bir duyumsama.

Gunler uzadikca gunesin batisi da aheste aheste, gokyuzunu mavinin tum tonlarina ve en guzel lacivert'e boyarken, tekrar kuzeylere yerlesmenin verdigi 'serin' genclik donemlerinin tembel ve kedersiz aksamustlerinden biri. Haftalar otesi dengesi bozulan bunye, minik bir cicegin kokusuyla sarsilirken, zihnimde 15 dakika onceki barin tuvaletinde calisan zenci adam var.

"Hayatimi kazanmak zorundayim iste ben de" diyor sivi sabunu dokerken elime. Haftanin 5 gunu orada calistigini soyluyor. Butun gece, tuvalet kapisi ile lavabonun arasinda minicik bir kosede bekliyor, iceride insanlar eglenirken. Bir buyuk odada dansediyoruz hep beraber, canli muzik yapan bir gruba 'karaoke' tarzinda eslik ediyor seyircilerden 1 kisi sirayla, daha onceden belirledigi bir parcayla. Bu gece mekani, eski bir ahir. Uzun holun iki tarafinda kucuk bolmeler var, ickisiyle oturanlarin sohbet edip eglestigi. Dans ediyoruz kedersiz bir sekilde. Tuvalette butun gece tikali kalan adam adini bilmedigim mor ciceklerden kokuyor. Sarhoslarla ve kustahlarla da ugrasiyor, yuzundeki gulumsemeyi eksik etmezken: "Baska bir isim yok, boyle geciniyorum" diyor.

Sarhosken eskisi gibi gozunu kapatip baska sehirlere ucmuyor artik zihninde kahramanimiz. Artik hayatinin 'baska sehirler' de yasamayi hayal edip, anyayi konyayi gormeye basladigi donemlerinde bir kez daha. Hidrellez'i ozlerken sasiriyor havanin orada cok guzel olmamasina. Cunku kendisi ufak bir bahar sarhoslugunda.

Kendisine kucak acan arkadasi ve onu ziyaret eden annesi ile birlikte uzaklarda bir yerlerde, nehrin genisleyerek, ama sehirdekinden cok farkli gectigi, tepesinden ucaklarin eksik olmadigi buyuk bahcelere gittiginde cigerlerine ve burnuna cesitli cicek kokulari dolmus, zihnine binbir turlu yeni, adlarini hayal meyal hatirlayacagi bitki ornekleri islemisti. Cikisinda yeni odaya bir 'feslegen' aldi. 2 yil once dogumgununde kendisine feslegen alan arkadasini hatirlayip gulumseyerek...

3-4 gun sonra, misafirlerinden birini tren istasyonuna ugurlarken yemyesil bahcelerin oldugu sokaklardan gecti. Bir onceki aksamki, 'sehre tepeden bakan' baska bir parki hatirlayarak. Baharla birlikte, sehirle birlikte yeni bir kokuya uyanarak butun gun yurudu aklinda adini hatirlayamadigi cicegin 'rengiyle'.

Gecis donemleri

Bahar geldi, aksamlari t-shirt'le gezilebilir oldu. Yeni evimdeki odamin penceresinden yesil, mor ve beyaz manzaralar var. Kuzey Londra'nin 'nezih' ama guzel bir 'karisim'ina da sahip mahallerinden biri Kentish Town. Nev-i sahsina munhasir Camden Town'a 15 dk. yurume mesafesinde, ayni zamanda kuzeyin buyuk ve zengin parki Hampstead Heath'in hemen dogusunda, ve 'elit' Primrose Hill'e de uc otobus duragi uzakta; guzel ve dengeli bir cesninin ortasinda. Arkadaki evlerin arka ve on bahceleri birbirlerine bakarlarken, aralarinda buyukce bir 'avlu'msu bahcelik alan olusturuyorlar. Yuksek birkac agacin, kopek kulubelerinin, camasir iplerinin, beyaz semsiyeli ve ahsap masali kucuk balkonlarin eslik ettigi, klasik Viktoryan donemi Ingiliz mimarisinin hakim oldugu bir peyzaj goruyorum pencereden.

30 Nisan (ve 1 Mayis'a) olan buyuk teslimlerimden hemen once, 'evsizlik' kontenjanimi 10 gun arkadaslarda konaklayarak kaldiktan sonra tukettigim icin, biraz da 'acele' ile tasindigim ama simdi isinmaya basladigim evde; ilk iki haftayi ders calisarak, bazi geceleri gunun agarmasini beklerken sabah 6'da kus sesleri ile yataga cekilerek gecirdikten sonra; 'tasinma alisverisi', odayi yeniden organize etme, ev arkadaslari ile tanisma fasillari sureci ile 'gecis donemi'ni kazasiz belasiz atlativerdim. Ayni donemde Londra ve belki butun Ingiltere; ve ayrica master programim, vucut hatlarim, ve daha bircok sey de 'gecis donemi'ne maruz kaldilar.

1 Mayis, Istanbul'da, geleneksel 'emekci kovalamaca' senlikleri, polis coplari, barikatlar ve vali zirvalariyla 'kutlanirken' Ingiltere'de 1 Mayis Isci Bayrami, sozde-Isci-Partisi'nin yerel secimler hezimetiyle ile sonuclandi. Bizim Buyuksehir Belediye Baskani'na denk olan (hayir, Muammer Efendi'ye degil..) Londra Valiligi de secimlerden nasibini aldi. 1983'te Thatcher'in neo-liberal (ama ayni zamanda merkeziyetci) politikalari sonucu lagvedilen Londra Belediyesi, 2000'de 'New Labour' onderliginde tekrar kuruldugundan beri 2 secimdir is basinda olan eski solculardan Ken Livingstone, 1 Mayis 2008 secimleri sonrasinda yerini, konusma yetenekleri epey kisitli olan Boris Johnson'a birakti.

eski Londra Valisi (2000-2008) Ken Livingstone, ve ulasimdan konut politikalarina, Londra'yi ornek almayi pek seven, Istanbul muadili Kadir Topbas.

Turkiye gundeminde Ali Kemal'le olan akrabaligi ile bir medya figurune donusen, Londra'da ise insanlarin 'Turklugune' degil de, sovmenligine vurgu yaptigi sarisin, haylaz cocuk Johnson, aslinda konusma ozurlulugu 'Turkluk' genine, sarisinligi Ingiliz genine bahane edilirse, bizim buradaki zaten yerin dibindeki 'Turk' imajimiz iyice zedelencegi gibi, ulu ulu atalari Envercibeyler'e dil uzatan siradan Ingiliz vatandaslari da TCK 301'den birer birer hapsi boylamaya baslayabilirler bu zat-i muhterem yuzunden. Zira, 'kabarik CV'si' isten atilmalarla dolu olan Yaramaz Cocuk Boris, secim sonuclarinin resmen aciklandigi 2 Mayis'i 3 Mayis'a baglayan geceyarisi 00:15'te oyle bir 'konusma' yapAMADI ki, metrolarda sosyal kontakti konusmadan ziyade kusmaya yoneltmis Londralilar onumuzdeki en az 4 yil boyuca kendileri gibi, 'ici bosaltilmis' bir patates cuvali ile ne kadar ovunseler azdir. Gel gor ki, Boris'in aldigi '1. Tercih oylar' 1 Milyon siniri civarinda olduguna gore, 7.5 milyonluk Londra nufusunun ne kadarini 'temsil' ettigini tartismak yerinde bir mevzu olur. Bizim gibi Turk insanina ise, bazi kararlari basbakan'dan dahi buyuk yaptirimlara sahip Vali'nin mesruiyetini tartisirken araya Anayasa, Ordu gibi 'dokunulmazlar'i koymadan 4 yil boyunce sakin bir hayat yasamak epey 'ters' gelen bir hareket olsa gerek. (Bu seneki Londra secimlerinde 'rekor' derecede katilim saglandi: %45!)

Yuksek katilimin sebebi, iki vali adayi arasindaki buyuk cekisme olurken, 7.5 milyonluk nufusta, tam da Londra'nin cesitliligine katkida bulunan yabancilardan Ingiliz veya Avrupa Birligi vatandasi olmayanlarin (ornegin ben) oy kullanamamasi da ilginc ama 'normal' bir hadise. Bu arada, Istanbul ornegiyle karsilastirma yapip, Istanbul'daki halin daha da beter olan hakli iddialara ek olarak soyleyebilecegim sey, Londra'da da durum o kadar ic acici degil. Metrolarda dagitilan dandik gazetelerden Amy Winehouse haberleri okuyup oy veren 'secmenler' de var bu sehirde (ve Turkiye'deki malum kaynakli gazete Gaste aslinda buradakilerden cok daha iyi)... Aslina bakarsaniz, 'para politikalari'nin hukmundeki tum cografyalarda alisageldigimiz muhabbetler bunlar.

Bu arada secimlerde korkulan da oldu, ve asiri sagci British National Party, %5'lik baraji ucu ucuna gecerek, sehir parlamentosundaki 25 sandalye'den 1'ini kapti. Londra'nin en onemli ozelliklerinden biri olan cokkulturlu imajina sekte vurabilecek tehditlerden biri olan BNP (British National Party)'nin varligi hos bir durum degil. (bkz. Love Music Hate Racism, 28 Nisan 2008 Victoria Park Festivali)

Isin ilginc yani, eski 'Valimiz', sozde-yari-solcu-Isci Partisi'ne bile zamaninda sirtini donerek bagimsiz Vali olan Ken Livingstone, 2007 yilinda Muhafazakar Parti, Londra Vali adayini 'Boris Johnson' olarak acikladiginda, "Bu is iyi olmadi! Borsi her ne kadar ciddiye alinmayacak biri olarak gorunse bile, onun medyatik tavirlari ile prim yapacak David Cameron onderligindeki Muhafazaklar, ondan daha zor bir rakip koyamazlardi karsima. Cok zor olcak bu is!" aciklamasini yapmis, zaten erimekte olan Gordon Brown (bir adamin suratinda da bu kadar mi meymenet olmaz?) onderligindeki Labour'dan alacagi secim destegine olan guvensizligini de ayan beyan belli etmisti. Livingstone yavas yavas 'normal' bir hayata tekrar alismaya calisacakken, onundeki Britanya secimlerinde 'Labour Party'nin yapacak cok isi var daha. Velhasil kelam, 1 Mayis 2008 secimlerinde tum Ingiltere ve Galler genelinde rezalet bir performans ortaya koyan Isci Partisi, Liberal Demokratlar'in da arkasinda kalarak 3. sira ile yetindiler.

Gordon Brown'in cokusu, ve haylaz sarisin Boris'in yukselisi..

Bu donemde ben de, 30 Nisan-1 Mayis'a olan proje ve odev teslimleri ile bogusurken, bir yandan Heathrow Havaalani'na yapilmasi planlanan 3. pist (ve 6. Terminal) ile ilgili, bir yandan London Bridge'e dikilerek Avrupa'nin en uzun gokdeleni olacak 306 m.'lik Renzo Piano'nun London Bridge Tower'inin imar izin sureci ile ilgili odevler hazirlarken Ingiltere Imar yasalarindan girip, Londra Valisi'nin (genisleyen ve simdi Boris'in eline kalan) yetkilerinden cikiyor, 'Majesteleri Kralice' imzali dokumanlar arasinda kaybolmakla mesgul oluyordum, ki bunlarin detaylari da bir sonraki yazida yer bulsunlar....