Stamford Road'un basinda oturuyor, 76 numarali otobusun gelmesini bekliyorum. 2 dakika once, kuzey-guney dogrultusunda uzanan, Londra merkezin dogu ekseninde uzun bir cadde olan Kingsland Road uzerindeydim. Ilginc bir kivrimla batiya dogru yonlenen ara sokaklardan biri Stamford Road. Londra'daki yuzlerce ara sokaktan biri, kocaman kirmizi otobuslerin nasil ve neden o sokaktan gectigine anlam veremedigim. Sokak karanlik, Kingsland Road'daki isiklar sokagin girisini aydinlatiyor. Durakta garip bir adam var. Kingsland Road'un anadamarlarindan birini olusturdugu Hackney ilcesindeki herhangi bir mahallede sikca rastladigim turden. Hic bir sey soylemeden, garip ve kuskulu bakislarla bana bakiyor. Uzerinde ince bir mont var, ayni digerlerinde oldugu gibi. Sonra benden korkar adimlarla uzaklasiyor. Biraz once evini ziyaret ettigim Ellen "Gecenin 3'unde bulunmak istemeyecegin Kingsland Road'a bircok otobus geliyor ama ben baska yollari kullanmayi tercih ediyorum" demisti. Benim bu kapkaranlik sokakta birilerinden korkmak beklenirken, bu garip gorunuslu adam benden uzaklasiyor. Hava -2 derece olmali, agzimdan keskin dumanlar cikarken, bu cok soguk ama acik kis havasini seviyorum. Ve, aslinda orada bulunmamam ogutlenen yerde, Paskalya Pazari'nin aksam saatinde otobus beklerken kendimi cok daha iyi hissediyorum.
Otobus geldiginde, birbirine bakan ama ses cikarmayan, sanki bu terkedilmis diyarlarin kurallarini agiz birligi etmiscesine kabullenmis olarak uygulayan, birbirinden habersiz 3 kisi olarak biniyoruz otobuse. Otobus gunye, sehrin merkezine dogru yollanirken, once yari-aydinlik, issiz, bahceli evleri olan caddelerden geciyor daha sonra salas/sanat merkezi olan, son 10 yilda goze batan, eskinin terkedilmis, simdi simdi hibrit bir zenginlesme evresinden gecen Old Street'ine dogru yol aliyoruz. Londra'nin ticari merkezi olan City'nin icine dogru girerken, Hackney veya diger fakir ve uc mahallelerde gormedigimiz Pret, Nero, Starbucks gibi zincir kahve magazalari ve Marks and Spencer gibi alisveris merkezleri basliyor. Burasi Hackney'den otobusle 10, yuruyerek en fazla yarim saat uzaklikta. Ama, Hackney ile orta-sinifin gozde mekanlarindan Angel'i da kapsayan Islington'in guney sinirlarinda kalan sokaklari geceli sadece 5 dakika olmus, biraz once yesil-sari isiklari zar zor yanan Zeyno Supermarket'in kepenklerine yeni gozum takilmisti. Kendimi hangi yerle ozdeslestirebildigime karar veremiyorum.
Bir sehri tanimanin en iyi yollarindan biri yurumek diye daha once defalarca bahsedilmis. Beraber buyudugumuz kuzenimle, apartmanin arkasinda top oynarken ara sira kavga ederdik. Bir gun, bir kavgadan sonra bana kusup hizli hizli yuruyup evden uzaklasmaya basladi. Ben de arkasinda onu takip ederken, bir yandan da o zamanlar henuz kesfetmedigim merakimin da durtusu ile "yuru daha bakalim, ben de seni kovalayacagim, yakalarsam da kavga ederiz" diyerek tehdit ediyordum. Ilk defa 11-12 yasinda oldugum o donemde apartmandan bu kadar cok uzaklasmis, Osmanbey'e kadar yuruyup geri donmustuk. Annemin beni azarladigini hatirliyorum, ana caddelere ciktigim icin. Ben ise, annemin veya anneannemin kucukken Osmanbey'deki terziye giderken, bana da renkli sakizlardan aldiklari Rumeli Caddesi'ndeki kucuk dukkani tekrar ve bu sefer kendi basima gormus olmanin verdigi heyecani animsiyordum o gunden. Sadece 1-2 yil sonra gene Osmanbey'de, Gazi Sinemasi'nda filme gittigim bir kizi Taksim'e dolmuslara birakirken, elele tutusup Cumhuriyet Bulvari'ni basta sonra yuruyusumuzde duydugum heyecana benzer hisler var hafizamda. Yillar boyunca Tesvikiye-Taksim arayasi, gecenin bir yarisi sokak kedisine yardim etmem icin beni kolumdan tutanlarla, yol sormak icin arabasini kenara cekip askerden azar isitenlerle ve yol boyunca gece ise cikan travestilerle gecen yuruyuslerimle ozdeslesti o bolge benim kimligimde. Istanbul'un daha yuzlerce baska yerinde oldugu gibi, Londra'da da her yeri yurumek, hatta her metro duragina ve otobus duragina gitmek istegi, buradan gelen durtulerle olusuyor heralde.
Tasinma vesilesiyle sehrin farkli bolgelerinde, farkli saatlerde ve farkli iklim kosullarinda (kar da dahil olmak uzere) son bir hafta icerisinde, karanlik ve soguk suburb'lerden, yemyesil, terkedilmis parklardan, ana caddelerden, issiz kenar mahallelerden gecerken, 3 katli evlerin, daracik ve kotu aydinlatilmis eski toplu-konut binalarinin ve apartman dairelerinin iclerine girip ciktim. "O bolgeye gitmeyi sevmiyoum" denilen yerlerde dinlendim, "otobusle daha rahat" gidilen yerleri yurudum, yurunerek daha rahat varilacak yerlere haritada kestiremeyip (ki pek benlik degildir) metroya binerek yeraltindan ve tamamen yer ustundeki gerceklikten uzak yollarla ulastim. Butun bu surec boyunca biriktirdigim hisler, bu issiz, soguk pazar aksaminda, karanligin ortasinda Stamford Road'da otobus beklerken bana garip garip bakip urken adami gordukten sonra, arkami donup icinde mahalleli, beyaz, orta-yasli, yorgun 5-6 Ingiliz'in oturdugu yerel pub'i gorunce gun isiginda harmanlanip ortaya cikti.
Kirli montunu yikamak icin deterjan parasi vermek istemeyen adamin oldugu yer mi; Turkiye'de adini bile duymadigimiz konserve markalarini dogu Londra'daki dukkanina getiren Sivas'in X koyunden gelmis, los yazarkasanin arkasinda yorgun gozlerle pazar gecesinin gecmesini bekleyen adam mi; her daim tamamen "guvenli" ve "aydinlik"ken, yalniz kaldigimiz anlarin degerini bize hatirlatan nehir kenarindaki Bankside'da oturan ogrenciler mi; "sales" isinden haftaici aksamustu cikip Angel'da Upper Street'teki barlardan birinde is arkadaslariyla ickisini icip her daim sik gorunmeye ozen gosteren orta-sinif Ingiliz kadinin yasadigi ev mi; yoksa geceler canli muzik alternatifleri, gunduzleri dunyanin tum acik-hava pazarlarinin toplandigi cumbuslu Camden Town'un 10 dakika arkasinda, guzel bahceli, terasli evler mi...
...yasamak istedigim sokak, evini paylasmak istedigim adam, kapisini calmak istedigim komsular, oturmak istedigim ev, bulunmak istedigim mahalle?
Thames kenarinda gunesli bir bahar pazar'inda yuruyus yapmaktan aldigim, kimsenin bulunmak konusunda en ufak bir derdi bile olmayacagi ucube bir mahallede, gecip giden omrunu pub masasi'nda seyreden kadini farkederken hissetiklerimle nasil bagdasiyor? Camden'da Jazz Cafe'de caz dinlerken ayni ortamda bulunan orta-yasli cazseverler, ve gene Camden'da Barfly'da ardarda post-rock-Incubus-Sonic Youth takilan grup, lo-fi altyapinin uzerine funk soyleyen 4lu ve diger gruplari dinlerken etrafimda bulunan kitle baska hangi evrenlerde bir araya geliyor? Holborn'da yeni acilan donerciden durum alip, Hyde Park'ta kent tasarimi teorileri uzerine okuduktan sonra, Bath'a veya Bristol'a yapilan gunubirlik bir geziden sonra, Mile End'de bitik bir uyusturucu-fahise deligi bar'in onunden gecerek bunlarin hepsinden etkilenip ilham aldigini hissettikten sonra bunlari disariya tasimayi nasil becerebilirsin? Veya paylasacagin insanlari nereden bulabilirsin?
Nereye tasinirsam tasinayim, sabaha karsi saat 2'de 5 derece sogukta Millenium Bridge'in uzerinden, Thames'e "iyi geceler" dileyip otel'e benzeyen Bankside House'a donuslerimi ozleyecegim. Gecip giden issiz Londra kis aksamlari, yerini Islington veya Camden'da eglenceli, renkli, heyecanli, zaman zaman kanal kenarinda oturup dinlenmeli, zaman zaman konserlerden konserlere ziplamali bahar gunlerine biraksa da; "orada bulunmak o saatte guvenli degil" denilen yerlere olan merakim dinmeyecegi gibi, kendimi coklukla, bu sehri de daha iyi tanimak icin, ampulu yanip sonen bir gocmen dairesinin onundeki paspasi incelerken buluyor olabilirim. Eninde sonunda, bir sehrin her sokagini yurumeyip, her dukkanina girmeden; sokak lambalarina bakkip keskin havasini solumadiktan sonra o sehri tanidigini iddia etmek gercekci bir bahis olamaz.
No comments:
Post a Comment