Saturday, February 23, 2008

Papatya Fali

Ogrenci yurdundaki ucuz yemekleri seviyorum. Ingiltere'de yemekleri yaparken tuz kullanmamalarini ise hic sevmiyorum. Yemekle birlikte servis masasindan aldigimiz minik tuz posetinin icinde tuz miktarindan memnunum, ama biber posetinin icinden az biber cikmasini, hele hele, tuzla biber posetlerinin muhteviyatlarinin orantisizligini hic mi hic sevmiyorum.

Odamin buyuk olmasini seviyorum, ama yalnizligi pek sevdigim soylenemez, ozel haller disinda. Yurdumun yerini gercekten cok seviyorum, ama artik yurt hayati icin fazla tecrubeli ve mesgul oldugumu dusunuyorum. Dolayisiyla, zaten Mart ayinin sonunda yurttan cikiyorum (sonunda cikis formunu da verdim). Ev bakmayi seviyorum, ama ev bulamamayi ve yuksek kiralari hic sevmiyorum. Tavsiyelere de acigim.

Okuldaki bolumumu, ve bolum sayesinde epey yeni sey ogrenmeyi seviyorum. Okuldan tumuyle tatmin oldugumu dusunmuyorum. Londra'nin okumak icin iyi bir yer oldugunu dusunmedigimi hatirliyorum. Ama bu gunler de Londra'nin okumak icin de, yasamak icin de, gezmek-tozmak icin de uygun oldugunu hissediyorum.

Ornegin Tate Modern'i seviyorum ama, Battersea'yi daha da cok seviyorum. Westminster'in karsisindan, nehir kenarinda kosarak gecmeyi de epey seviyorum.

Bilgisayarin pilinin omrunu azaltmamak icin, pili cikarip elektrige bagladigimda, yanlislikla elektrik kablosunu cekip, bilgisayara kalici hasar birakacak guc kesintilerini hic sevmiyorum, bunu her yaptigimda da kendime cok kiziyorum. Ama, blogspot'ta da, Gmail'de de yazdiklarini gayet sik araliklarla kaydeden Google kuruluslarina surekli minnettarim.

Selanik'i seviyorum, Atina'yi pek sevmiyorum. Ama Atina'da arkadaslarla gecirilen yaz tatilini cok seviyorum. Aksam yemeginde, Miro'nun bir eserinden bahsederken "gri bir arkaplanin uzerinde siyah bir daire ile nokta gorup de etkilenmem gerektigi cok sacma, ahahaha" diye bagiran Yunanli'nin muhabbetini sevdigimi soyleyemem. Modern sanatin onemli bir kismini seviyorum, ama modern sanattan sadece bir seyler anlamamiz gerektigi icin sevmemiz gerektigini dusunup buna karsi cikanlari sevemiyorum. Esas olarak, Selanik-Atina treninde tesadufen baslayan arkadaslari ise en cok seviyorum.

Adalardan en cok Bozcaada ile Britanya adalarini seviyorum. Buyukada'yi cok sevebilecegimi hissettim ama yeteri kadar bulunmadigim icin, kendisi hakkinda sevgi olceginde yorum yapmaktan simdilik kaciniyorum.

Eskiden iki elimin bas ve isaret parmaklarini birlestirip olusturdugum hacimi buyultup kuculterek, akrabalarim ve yakin cevremdeki insanlari ne kadar cok sevdigimi gosterirdim. Artik arkadaslarim arasinda kimi daha cok sevdigimin hesabini yapmiyorum. Yapiyorsam da bunu kimseye soylemiyorum. Eski kiz arkadaslarim arasinda ise en cok kimi sevdigimin hesabini mutlaka yapiyorum, ve her seferinde, 'saglama'yi yanlis yapiyorum. Aritmetigi ve dort islemi cok seviyorum. Varligimizin, evrenin ve 'kader' dedigimiz seyin, saf bir algoritma ve olasilik hesaplamasiyla olculebilir olma fikrini cok seviyorum. Bu konu uzerine Darren Aronofksy'nin Pi filmini izledikten sonra Sabanci'da bir bilgisayar muhendisi, bir endustri muhendisi arkadasla yaptigimiz gece muhabbetini hatirladikca, universite hayatini daha da cok seviyorum.

Farkli universite kampuslerini gezmeyi cok seviyorum. Sabanci'nin kampusunu pek sevmiyorum. Bogazici'ni kucuklugumden beri cok seviyorum. Eskisehir'de Osman Gazi'yi pek sevdigim soylenemez ama Anadolu Universitesi'ni cok seviyorum. Her seye ragmen sanirim favorim hala ODTU.

Lund'u da bir universite sehri olara benimsiyorum. Oraya 'master' basvurusu yapanlara simdiden hayirlsini temenni ediyorum. Aarhus'u arkadaslarimla seviyorum, sosyal adaletsizligi ile sevemiyorum. "Umit Abi ne yapiyordur simdi, bugun kac pizza satmistir acaba?" diye bazen dusunmekten kendimi alamiyorum. Ost for Paradis'te 'Factotum' seyretmeyi ara sira cok ozluyorum. Kuzeyin sessizligini bazen seviyorum.

Guneyin sicagini ozlemekle birlikte, Ispanyollarin simarikliklarini hic sevmiyorum. Yunanlilar da onlar gibi sonradan zengin olmus olmalarina ragmen, hala Akdenizli tembelliklerini ve hiyarliklarini bizler gibi samimi bir sekilde yasadiklari icin onlari Ispanyollar'a tercih ediyorum. Sirplar hakkinda karisik dusuncelerim var. Ayrica bazen butun bir ulusu genelleyip boyle bir kalemde kestirip atmayi sevdigimi de eminim ki anlamissinizdir.

Samimiyeti seviyorum evet, ama rol yapmayi da seviyorum. Bilincli ve akillica rol yapmanin samimiyetsizlik oldugunu da dusunmuyorum. Yalan soylemeyi sevmiyorum, pek tercih de etmiyorum. Hic yalan soylemiyorum desem sanirim yalan olur.

Horhor'daki kebapcimiz 'Neden Urfa'nin son donemlerde yaptigi zamlari sevmiyorum. Zaten oraya pek gitmiyorum bu yuzden de. Kebaptan sonra once cay icip kunefe yemeyi, sonra da kahve icmeyi seviyorum, sevmeyeni de pek tanimiyorum acikcasi.

Artik elektronik altyapili muzigi kesinlikle daha cok seviyorum. Ama hala cig gitar ve davul gurultusunu ve dolayisiyla kanli canli konserleri tercih ediyor olabilirim. Bu iki muzik janrini bu kadar basit bir genelleme potasinda eritip kiyasladigim ve aralarindaki iliskiyi yok saydigim icin kendimi hafiften kiniyor ama gene de bu satirlari silmiyor/duzeltmiyorum. Zaten, gittigim yonden ayri yere donmeyi de hic sevmemesimdir cok gezen biri olarak.

H2000'i hala Turkiye'deki festivaller icerisinde en tepeye koyuyorum. Roskilde'yi de epey seviyorum, ama Rock Werchter'in line-uplarini daha cok seviyorum. Glastonbury'deki arazinin sahibi adamin 'kisin ineklerim otlarken cadirlarin demir parcalarini yiyorlar' demesi uzerine bu sene sadece organik maddelerle cadir dikilebilecegi fikrini epey guzel buluyorum. Cadir dikme isini de pek seviyorum.

BT (British Telecom) Tower'i seviyorum, Berlin Alexanderplatz'daki Fernsehturm'u daha cok seviyorum. Dubai'deki is ve konut kulelerini sevmiyorum. Favori kulem Galata Kulesi'dir. Kuleye cikip arkadaslarimla kahvalti etmeyi cok seviyorum.

Fatih Akin'in filmlerinde tesadufen olen karakterleri seviyorum. Solino'yu ilk izleyisten sonra, diger izlemelerimde epey hatali bulmustum, muhtemelen Yasamin Kiyisinda'da da oyle olacak, ama gene de bu adamin kurgulamasini seviyorum. Saf bir dille olsa da, hikaye anlaticiligini ise cok seviyorum. Hamburg'da kendisini buldugumda bana 1 saat vakit ayirmis olmasini cok takdir ediyorum, ama muhabbetimizin sonlarina dogru "bence, keske Turkiye Isvicre gibi bir ulke olsa, notr olsa yani, karismasa hic bir ise" diyebilmesine akil sir erdiremiyorum.

Ders calismam gereken su anda, blog yazmayi da seviyorum. Kusura kalmasin kimse ama, sevdigim seyleri yapmama izin verilmemesini sevmiyorum. Ayrica tam bu sirada gelen bir telefonla, daha da cok ders calismam icab eden onumuzdeki saatler icin planimi degistirten ve davetlerine 'hayir' diyemeyecegim arkadaslarimi da en az seytani sevdigim kadar seviyorum. Yok, seytani pek sevmiyorum da, arkadaslarimi cok seviyorum.

Tembelligi seviyorum, ama en cok hareket etmeyi sevdigim icin tembel biri olmadigim izlenimini yaratiyorum. Bu izlenimi de sevmedigimi soyleyemem. Yalniz, mesela bu sabah duydugum hikayeyi sevmiyorum: Ise alim icin Hilton'da bir gecelik kamp kuracagiz, ve butun yaptiklarimizi izleyecekler... Bir yerde gonullu bulunmak icin basvurdugumda yapmacik davranmak durumunda kalmayi sevmiyorum.

Insanlari insanliktan cikarip, saf bir yaris mekanizmasi haline getiren duzeni hic sevmiyorum. Yeni ufak isim olan Urban Age'i seviyorum, Deutsche Bank tarafindan sponsor edilmesini sevmiyorum. LSE'ye gelip, kapagi finans sektorune atmak isteyenlere uzulerek bakiyorum. Sehirleri kuresel piyasaya acip, neo-liberal politikalara alet etme gudusu ile hareket ederken, kendi elestirisini de kendi icinde hazmetmeye calisip sozde 'karsi durustakileri de dinleyen' dusunce kuruluslarini, planlamacilari, danisman kurumlari, hukumetleri ve devlet politikalari midemi bulandiriyor. Bunlara alet olmak ile, 'icine girip gormek, olabilirse etkilemek' cizgisindeik heyecani seviyorum, belirsizliginden korkuyorum, ara sira da kendime kiziyorum.

Kanepede uyumayi seviyorum, arkadaslarin evlerinde kanepede uyuyakalmayi ise cok seviyorum. Misafir agirlamayi da cok seviyorum. Bir gun evden cikip, 3 gun sonra eve donmeyi cok seviyorum. Spontanligi ne kadar cok sevdigimi bircok kisinin bildigini dusunuyorum. Bergen'de 3 saat boyunca yagan yagmurun altinda, dandirik bir bankta, sabah uyandigimda les gibi kokacak uyku tulumunun icinde uyuklamaya calismayi hic sevmiyorum. Bozcaada'da, kalenin orada sabahlayip yildizlari seyretmeyi ise seviyorum.

Bir de, yazmayi cok seviyorum. Ve ayrica, tekrar etmekte kusur gormuyorum ki, kunefeyi de cok seviyorum. Itiraf ediyorum, kucukken hic sevmeyip degerini anlamadigim patlicana ise olup bitiyorum. Yaziyi bitiriyorum. Ayrica bazen bir oturusta 2-3 patlicani da bitiriyorum.

No comments: