Sunday, June 08, 2008

Psycho Buildings, Psycho Times, Psycho People

Cocukluk donemlerimizde hayatimizdan eksik olmayan, ama belki vucdumuzda eksik bulunan bir elementti; demir. 1980'lerin sonlarina dogru Demir Perde indi, duvar yikildi, Sovyetler oyle bir coktu ki, Amerikan hegemonyasi 1990'larda kontrolsuz bir sekilde artarak bugunlere geldi. Margaret Thatcher'in demir yumruklari siyasi arenayi oyle bir guzel dovdu ki, karisinin "Ingiltere'deki tek sosyalist o" dedigi Tony Blair bile 3. Yol'un raylarinda tutamadi Isci Partisi'ni. Cayin vucuttaki demiri erittigi soylenir, cocukluk donemlerimizde 'sizinti' veren Cernobil faciasindan sonraki caylar heralde vucutta biraz kemik biraktiysa da kandaki butun demiri aldi gitti heralde. Stalin'in milyonlara mal olan rejiminde bile ayirmadigi sehri, Khruschev duvarla ayirip, Breznev sivalari cektikten sonra, Gorbachev "oyun bitti, perde iniyor" diyerek sonunu hazirlamisti demir tadinda ve derecesinde Soguk Savas'in. Kucukken Gorbachev'in kafasindaki kocaman lekenin de hep Cernobil yuzunden oldugunu dusunurdum. Her neyse, asil yazmak istedigim seyin demirle fazla bir alakasi yok. Bu dusunceleri aklima sevkeden, bir donemler bana Almanca ogretmeye calisan sevgili Demir Abi, ya da spiral-li demir kubbesinin fotograflarini cekmeye bayildigim Katedral'e ev sahipligi yapan Stockholm sehrine master yapmaya gidecek cicegi burnunda muhendis (to be) arkadasimiz Berk Demir midir bilemiyorum ama asil meramima geceyim buradan.

Londra South Bank Centre, Hayward Gallery'de 25 Agustos'a kadar devam eden cok guzel bir sergi var: Psycho Buildings. Birtakim sanatcinin mimarlik uzerine deneysel calismalarinin sergilendigi, iki kata yayilmis, buyuk hollerde oda boyutlarinda enstalasyonlardan (yerlestirmelerden) olusan eglenceli; koklama, isitme, dokunma gibi duyulara da derinlemesine nufuz eden bir calisma. Sanatcilardan biri (cift) de yakindan tanidigim, gecen sene Istanbul Bienali'nde sahislarina asistanlik yaptigim Japon mimar ikili: Atelier Bow-Wow. Serginin genel dokusu ise yaptigim girizgahin aksi bir karakterde. Cogu yerlestirmeye Gecirgen, esnek, ipekli ve ipeksi materyaller hakimken, sergide sanatcilarin tamamen bireysel deneyimleri ile, kamu alani ve kamuya mal edilebilecek islerin cok guzel bir dengesi var.

Alt kattaki yerlestirmeler Ernesto Neto'nun kontraplak govde uzerine, cift katmanli poliamit yuzeyleri serdigi, gene ust katmandan -tavan seviyesi- sarkan poliamit ceplere cesitli baharatlar koyarak butun odaya kokular yayan 'ev'inyle basliyor. Gecirgen ve seffaf yapisinin yani sira dis mekan-ic mekan ayrimini on plana cikarmaya calistigi betimlenen sanatcinin isi, bulundugu yerden daha genis bir cevreye yaydigi koku ve cok daha uzak diyarlara zihinsel yolculuklar yaptiran uyarici ozellikleri sayesinde sergiye genis bir mekansal perspektifle katilmamizi sagliyordu. Merdivenlerin otesinde bulunan Do Ho Suh'un isi epey bireysel. Sanatcinin Guney Kore'yi terkedip Amerika'ya yerlestigi donemde, Kore mimarisi ile Amerikan yasam tarzinin carpismasindan oturu ortaya cikan kimlik ve gelenek karmasasini yansitiyordu "Fallen Star" isimli enstalasyon. 1/5 olceginde tasarladigi Kore'deki evinin, Amerika'da oturdugu eve carpmasi ve cehpeden iceriye dogru girmesi sonucu evin yikilan duvarlarinin arasindan kendi hayatinin 'kesit'ini yansitiyor "Fallen Star". Do Ho Suh, Uzak Dogu cografyasinda doga ve yasam alanin icice olmasindan oturu, Amerika'ya geldiginde bahce ve binanin ve ev icerisindeki belli basli odalarin kesin duvarlar ve citlerle ayrilmasindan cok etkilenmis. Galerinin 1. katinin dogu cephesindeki son yerlestirme Alman sanatci Michael Beutler'in ismi hala konulmamis eseri. Tuvaletlerden, sokaklardan vb. yerlerden topladigi kagitlari, demir cubuk konstruksiyonlarin etrafina duzensiz ve labirenti andiracak sekilde karisik bir bicimde dizen Beutler, sergiye gelen ziyaretcilerin de katilimiyla eserin tamamlanacagini belirtmis olsa da, sahsim adina yerlestirme'ye nasil bir 'yerlestirme' ya da 'katilim' yapabilecegimi anlayamamistim.

Bow-wow'un "Hayat Tunel"i ("Life Tunnel") 1. katin iki cephesini, binanin merdivenleri ile birlestiren hafif egilimli, ucgen plakalardan olusan metal bir tunel. Momoyo Kaijima'nin yazin 40 derecenin altinda kicimizdan damlayan terler esliginde Cihangir'e oturttugu ucgen taburelerin matematiksel formunu andiran tunel, pratik ve hafif eglenceli bir gecis bolgesin olmasinda da ote, icine giren ziyaretcilerin yaptiklari gurultu ile kendi icinde yarattigi izole deneyim ve 1. katin geri kalanina yayilan gurultu ile de, serginin 'duyulara hitap eden' baska bir yerlestirmesi. Atelier Bow-Wow ayni zamanda sergide bulunan sanatcilar icinde mimarlik mesleginden gelen yegane grup.

Kubali Los Carpinteros'un tek bir saniyede donmus post-afet anini animsatan "Show Room"u duyulara hitaben epey etkileyici ve estetik olarak da carpici ve 'aydinlik' (aydinlik onemli!). IKEA mobilyalari, tuglalari simgeleyen tas bloklar ve naylon materyallerle urettikleri 1/1 olcekli oda izeyicilere 'afetlerin' gundelik hayatin vazgecilmez parcalari olduklarini cagristiriyor. Hemen yandaki odada karanligin icine gomulmus, minnacik ampullerle aydinlatilmis yaklasik 100-150 tane evi topografik niteliklere dikkat edilerek adeta bir dag kasabasi gibi yerlestiren Rachel Whiteread'in huzur dolu calismasi da, "Show Room"la ne kadar buyuk bir zitlik olusturuyor olsa da, esasinda yerlesim bolgelerinden anladigimiz ve acik, ilik bir gece panoramasinda duslemek isteyebilecegimiz, farkli tipolojilerin cocuklugumuzu ya da hayatin baska donemlerinde yasasdigimiz/buyudugumuz evleri andirdigi 'yapilanma'da gercek hayatin bir o vazgecilmez bir unsuru.

Ust kata epey etkilenmis ve dolmus bir sekilde cikip da gene Do Ho Suh'un kocaman bir odayi cevreleyen adeta havada asili kipkirmizi, gene yasam alaninin iki katini simgeleyen odalari baglayan polyester merdivenlerini gorunce gorme duyusu kadar karisik bastirilmis korku, zihin oyunlari, huzur duygulari da ortaya cikiyor. Aytug odanin ortasinda 'sonsuzluga' dogru cikiyormus gibi gornunen merdivenlerin, ars'a dogru yukselen ruhlara olum sonrasi yolculuklarinda eslik eden bir gecit olarak algilarken, ben merdivenlerin yanindaki trabzanlari fark ettigim icin cok daha kapali (neredeyse klostorofobik) ama gecirgen bir ortuyle sarildigi icin, huzur/korku esiginde cirit adan bir ruya hissine kapildim. Farkli bolumlerinin 2003, 2004 ve 2008 yillarinda tamamladigi "Staircase - V" calismasi serginin belki de en sade ama en etkileyici bolumlerinden biriydi. Binanin iki terasindan birine acilan odada bulunan Mike Nelson projesi H.P. Lovecraft anisina bir korku filminin sahnesini andiran bir sahne tasarimi niteliginde bir yerlestirme. Terkedilmis bir evin curuyen ve parcalanan duvarlari, karanlik bir mahzene acilan kapi, davetkar olmayan merdivenler vb.. ogeleriyle huzursuz bir mekan yaratmis Nelson.

Serginin uc acik mekan isi var. Birincisi ufak bir Mogol kulubesini andiran ve icinde 6 adet mimari ile ilgili video calismasinin gosterildigi Tobias Putrih'in 2007 Venedik Bienali icin tasarladigi, Amerikan sinema salonlari atmosferini yaratmaya calisan "Venetian, Atmospheric" isimli mekani. Saat aksam 10'a yaklastigi ve sira da ilerlemeye meyilli olmadigi icin icine girmedigimiz mekan biomorfik tasarimi ve ozel gorsel efektleri ile Putrih'in vermek istedigi etkiye evsahipligi yapiyormus. Arjantinli Tomas Saraceno da icinde 10-15 dakika dinlemeye sans bulabildigimiz, eskiden tenis oynarken kisin antrenman yaptigimiz, acik kortlarin etrafini kapatan (bir zamanlar Robert Kolej'de de icinde futbol oynadigimiz ve mekana ismi veren) 'bubble' tarzi kuresel ama 'bubble'dan farkli olarak disaridan iceriyi ve icindeki ust ve alt katmanlarin birbirini gorebildigi yari-mat malzemeden yapilmis "Obersvatory, Air-Port City"i yaratmis. Eger siraya erken gelebilmis olsaymisiz, ust katmandaki seffaf platformun uzerinde ucuyormus hissini veren bolumde asagida oturanlara bakarak eglenebilecekmisiz. Son olarak da Avusturyali grup Gelitin'in 1960'larin brutal mimarisi ile insa edilmis Soutbank Centre'in terasini havuza cevirdigi ve uzerinde fis-fis kayik yaparak gunu batirip geceyi ettigimiz bolum de 2 saatlik sergi gezimizin bitis noktasiydi.

Guzel bir cuma aksami, yorgun, keyifli ve beslenmis 3 bunyeyi farkli noktalara yolladiktan sonra bu sabah internet'te okudugum bir haberle, aslinda Psycho Buildings'teki herhangi bir tasarimin bile saf beseri psikopatligi yansitmakta ne kadar zorlanacagini dusunurken, yazinin basinda belirtilen kanimda kalmis yegane demir birikintileri de dondu!
Son gunlerde yasanan bir hadise psikopatolojik vakalara farkli bir boyut getirmis: Japonya'da adamin biri, sehrin gobegine kamyonu cekip sokaga inmis, onune geleni bicaklayarak 7 kisiyi oldurmus. Adam aciklamasinda "hayattan bezdim, buraya oldurmek icin geldim" demis. Aman siz siz olun hayatinizdaki psikopatlik derecesini dengede muhafaza edin (acildiktan birkac gun sonra da tuketmeye bakin). Binalar biraz psikopat olabilir belki ama asiri psikopat insanlar sizden uzak kalsin diyor, "Psycho Killer" isimli parcayi armagan ederek yazimi noktaliyorum.

No comments: