Monday, October 01, 2007

First Night Out Alone in London

Mehmet Can’ın bölümden arkadaşları Paki ve Hintli gençlerle başlanan Cuma gecesini erken bitirip, Cumartesiyi de Mehmet ve Sofia’yla birlikte Chinatown’daki £4.95’lik açık büfe, yiyebildiğin-kadar-ye, istediğin-kadar-tabağını-doldur yemeğimizin ardından, Soho’da “upcoming British band”lerden birini gördükten sonra saat 12’ye doğru sonlandırdık. Pazar gecesi ise, ortaokul lise yıllarına bir vefa borcu olarak, “e gelmişlerken bari görelim” diye ziyaretlerine gittiğim Incubus konseri ile sonlandırdım. Konserin mekanı, bu kasım ayında Sex Pistols’ın geri dönüş konserlerine de ev sahipliği yapacak olan güney Londra’da, Brixton’daki ünlü Carling Academy’ydi. Art Deco’ya doymaya henüz başlıyordum ki, konser saatinin geldiğini, ön grupları zaten kaçırdığımı ve biletimin aşağıya katta ayakta durmalı bölüme girmeme izin verilmeyen, üst katta oturmalı düzen bileti olduğunu öğrendim. Evet, Carling Academy’de fiyat farkı gözetilmeksizin, satılan öncelikli biletler aşağıdaki devasa salonda ayakta izleme biletleri, ve yukarıda oturma “şans”ına sahip olabilmeniz için biletlerinizi geç almaktan başka bir şansınız yok. Seslerinden sorumlu olduğum “8 Kadın”ın üçüncü gösterim gecesine denk geldiği için kaçırdığım İstanbul konserinde ise daha fazla para verenlerin Akatlar Spor Salonu’nda “üst kat” ve “tribün”lerde izleyebildiklerini anımsadım. Üst kattaki şirin, tombul zenci abi “aşağı kata inersen, senin yerine buraya gelmek isteyen biriyle biletini değiştirebilirsin” dedi ama üst katın en arkasındaki koridorda da ayakta izleme fırsatım olduğunu öğrenince, bu muhteşem yüksek sahneli mekana, tek başıma olmanın da verdiği tevazu ile üst kattan bir şans vereyim dedim. Zira, grubu da rahatça ve alabildiğine özgürce izleyebilmiş oldum.

Dönem ortaokul sonları, lise başları. Taksim ve Kadıköy bar gruplarının (Suitcase, Gripin gibi..) illa ki iman niyetine “3 Placebo, 2 Muse” reçetesini uyguladığı dönemler. Arada sırada da bir iki Incubus şarkısı çalınır, vazgeçilmez olan da mutlaka “Drive”dır. Turtable’ı, sert albümleri, funky parçaları, sonra popa dönen ve hiçbir boka benzemeyen son albümleriyle Incubus o dönemler “bir görsek ne güzel olur” diyebildiğimiz gruplardan biriydi. İşte bu nostaljiyle birlikte saat 21.00 sularında, zat-ı muhteremlerle ilişki içerisinde girdik. “Gig”lerin anavatanı İngiltere’de sahne kurulumu, ses ve ışık sistemleri zaten harikulade. Bir de bunlara ön tarafta 3 halı üzerinde vokal,gitar,bas üçlüsü ve arkada “yan bakan” davulcu abiyle, başarılı turntable’cı çocuk eklendiğinde Incubus da olayın hakkını veren eğlenceli bir konser sundu yaklaşık 4500 kişi kapasiteli mekanı hıncahınç dolduran izleyicilere. Konsere yalnız gitmemin nedeni, bir önceki gün “Greenwich”le ilgili muhteşem bir kısa film projesinin temellerini attığımız Mehmet Can’a bilet almaya çalışırken, konsere sadece 1 (evet, “bir”) bilet kaldığını öğrenmiş olmamızdı. Hayatımda ilk (ve muhtemelen son) defa bir etkinliğin son biletini satın aldıktan sonra, aynı sitede konser için daha önce “buy tickets” yazan yerde “sold out” yazısını görmek epey enteresandı. Velhasıl kelam, bu güzide konserde, bakalım Incubus bu gece bizlerle neleri paylaşmış, hiçbir yerden yardım almadan ve yan ve dipnotlarla kendimce gözlemlediğim ve takip edebildiğim kadarıyla işte size 30 Eylül 2007 Incubus, Carling Academy Brixton Konseri setlisti:

- “Nice to Know You”
- “Wish You Were Here”
Bu iki parçayla başlayarak en son yaptıkları kötü albümlerden önce, “ehh” diyebildiğimiz ortalama albümleriyle hem zihnimizi tazelediler, hem de Nice to Know You gibi agresif bir parçayla, eğlenmeyi içki-içip-sarhoş-olma ve fazla-duyguya-kapılmadan-bağırıp-çağırma olarak algılayan İngilizlerin kalplerini kazandılar.

- yeni bir parça ? (sert bir parça, davul ve bas üzerine kurulmuş)
- “Anna Molly”
- bilmiorum
- o an hatırlayamadım, not da almamışım ama galiba “A Certain Shade of Green”di.
Bu parçayı takiben sırasıyla bir turntable ve darbuka şovuna tanık oluyoruz.
- “just a phase” lirikleri geçen bir parça
- konserin hayal kırıklığı olan, eskiden Suitcase’in de kötü coverladığı ama en azından “worth an effort” olarak tabir ettiğimiz sözlerle takdir ettiğimiz; “The Warmth”
- “Drive”
işte tam bu sırada hemen solumda beline beyaz kazağını bağlamış orta yaşlı adamı farkediyorum. Babamı anımsadım bu anda. O da böyle beline kazak falan bağlar, ama babamı bir anda düşünemedim orada bu halde. Gerçi hemen sonra, 2 yıl önce Parkorman’da beraber gittiğimiz Deep Purple konserini hatırladım, memlekete buradan selamlarımı gönderiyorum.
Benim bu gözlemlerim sırasında müzik kesildi, sahnenin tepesindeki ışıklar önce birer birer kırmızıya döndü, ve ardından bir Formula 1 yarışının start’ı gibi, bütün ışıklar söndüğünde “Megalomaniac” isimli parça icra ediliyordu ki, seyirciler de ortalığın tozunu atmaya başladılar. Ben de bir yandan tek bacağımla ritm tutup şarkıya biraz eşlik ederken, bir yandan da “tek başına konser izleyen gözlemci adam” tutumumdan da ödün vermemeye çalışıyordum.

Ve o anda olan oldu, şarkının bitiminde seri bir biçimde önce çılgın davul soloları, ardından darbukayla ritm desteği ve üzerine bol distortion’lı ağır gitar soloları geldi ki, sanrım ben de o an Incubus’a karşı halen zayıf bir noktamın var olabildiğini, “nee, mmm, ııı, Incubus mu?” diyenlere “işte ortaokul, lise hatrına” dışında diyebilecek bir şeyler bulabildiğimi hissettim. Yani, işte daldan dala atlayabiliyorum hala demek ki.

Frontman’imiz eline spot lambası alıp solo yapanlara ışık tutarken bir an 2 yaz önce Roskilde’de “beynimi uçuran” Tool konserindeki Maynard James Keenan karizmatik parodilerini anımsadım. Sahne önce karanlığa, sonra büyük bir parıltıya bürünüyor, herkes bağırıp dansediyor, bir yandan distortion’lar azalırken, vokal “shoegaze” tarzı bir girişle yeni şarkıya girerken, lo-fi efektlerle gitarlar eşlik ediyor, davullar yavaş yavaş tantanları artırırken kendimi not tutmayı ve gözlemlemeyi bırakıp müziğe verdiğimi anımsar gibiyim.

Grup bilemediğim bir pop şarkısıyla ortamı yumuşatınca, adamların konser başına ve daha sonra ortalama turne başına (ve ardından da aybaşına) ne kadar para kazandıklarını hesaplamaya başladığımı hatırlıyorum.
Bis için geldiklerinde hiç bilmediğim 3 parça çaldılar. Son parçaya birlikte rengarenk ışık oyunları, twist/rock n roll tarzı retro bir parçayla konseri bitirdiklerinde 1.5 saati biraz geçen bir ziyafetin ardından “bunu da aradan çıkardık” rahatlığıyla görevimi tamamlamanın bilinciyle evime doğru geri yürümeye başlamıştım. Tabii ki, biz dozumuzu bilen seyircilerden önce acil olarak yan kapılardan dışarı çıkarılan fazla-içmiş-teenager-İngiliz çocukları çoktan evlerinin veya hastanenin yolunu tutmuşlardı.

No comments: