Karsimizda iki adet vinc, tepelerinde kirmizi isiklari, hemen saglarinda Gherkin ve o en uzun, cirkin olan, ama bu gece onun da tepesi yesil ve morla aydinlatildigi icin guzel duran bina. Sol tarafta St. Paul's un tepesini goruyoruz, alt kismini Southwark Bridge kesiyor. London Bridge eski ihtisamindan cok uzak, ama kirmizi double-decker lar gectikce uzerinden, Londra butunlugunu olusturuyor onumuzdeki manzara. Thames sakin, gunluk gel-git rutininde sanirim sira 'gel' deydi, su seviyesi cok olmasa da, yukselmisti. Birkac gecedir fink attigim Bankside civarinda gerceklesen bu geceki hikaye de boyle bir atmosferde cereyan etti.
Persembe aksami vardigimdan beri, detaylarini vermeyecegim gizli hikayelerin de konusu olan bu nehrin guney yakasi, su sessiz sakin yurt odamdan cikmamdaki en buyuk engel. Londra'nin bu surekli gelisen ve zenginlesen bolgesi, sakin aksamlarda yuruyus yapmak icin o kadar guzel ki... Gecen donemin son gunlerinden birinde, video gosterimlerimizi yapip, sinifca sarap icmeye, oradan da sarhos olup dans etmeye giderken, Covent Garden'daki Wagamama 'lokanta'sina ugramaya karar verince, yilbasi hediyeleri gibi uzerimize boca ettikleri 'bedava yemek' kuponlarindan sebeplenmeye karar verdik nehrin guney yakasindaki Wagamama'da dun gece. Once guzel bir yemek, yaninda guzel bir Japon birasi ve sarapla devam edilmeye karar verilen bir cumartesi gecesi...
'Gelirken sag tarafta, nehir kiyisinda kalan guzel bir pub gordum, gel oraya bakalim' teklifi uzerine Thames Inn'i kesfettik. Isiticilarin altinda, sarapin da isiticiligi ile az once tarif ettigim manzarayi izlerken keyiflenmeye baslamastik Mehmet Can'la. Yanimizda sanki yuzyillar once Viking istilalari ile buraya gelmis de demirlemis, yillardir ozlemini duydugu Thames'in sulari ile beslenen ama onundeki kilitli kapinin arkasindan ona kavusamamanin hasreti ile yanip tutusan kocaman gemi duruyordu. Bir sise kisa bir surede devirdikten sonra, ufaktan mekani kapamaya baslayan pub'a fazla da zorluk cikarmadan 'sambuca' sohtlarimizi mideye indirip gecenin cilasini da gecmistik ki, London Bridge'e yapacagimiz ufak yuruyus icin yeteri kadar yakiti da depoladik.
Musallat-illet iliskisi ile artik varligina yavas yavas alismaya basladigim arpaciklarimin ezeli dusmanlari sarimsaklarimi satin aldigim Borough Market (pazar)'in yaninda gecerken, daha fazla ne isteyebilirdik heralde diye bile dusunmeyecek kadar keyfe keder bir haldeydik. Ufak bir diregin uzerinde duran bir cift kahverengi eldiveni gordugumde Mehmet Can'in 'biraksak mi? unutan belki geri gelip alir' sozune etik olarak her zaman kendimi yakin hissetmis olmakla birlikte, bunyemde dolasan adrenalin ve alkole balayi hediyesi olarak eldivenleri kendime saklamayi uygun gordum. Hem zaten Mehmet Can'in eldivenleri de vardi. Ama bu tabii ki, eldivenleri birbirimize pas edip, 'al sen de bak abi, ne kadar da guzel degil mi?' dememize engel olmamaliydi. Sonucta her siradan insan evladi arkadasiyla boyle seyleri paylasmaz miydi? Gel gor ki, 'enselenmemiz' de tam bu ana denk geldi.
Gizem'in "Daha Cok Bira"sini yeni bitirdigimden midir nedir, su polis meslegini yurutenlere karsi olan genelgecer hislerimde belli belirsiz bir kabarma olmustu ki, sanki yangindan 'mal' kaciriyormusuz gibi uzerimize hizla yaklasan 4 adet Metropolitan Police adamlariyla burun buruna gelmemiz, seviyeli iliskimize darbe vuracak cinsten bir gelisme oldu. Daha neye ugradigimizi bile anlamadan, 'ne yapiyorsunuz? nereden geliyorsunuz? nereye gidiyorsunuz?' sorularina maruz kalmistik ki, acikcasi Mehmet Can'i London Bridge'e biraktiktan sonra bir ihtimal Peckham'da ugramayi dusundugum bir 'depo partisi' (artik o da ne demekse) oldugunu hatirlayip polisleri davet etmenin mantikli olacagini dusundum. Gecenin bu saatinde gorev pesinden deli danalar gibi kosturmak eminim ki onlari da yormus olmaliydi ve guzel bir partiye 'hayir' demezlerdi heralde.
Tam bu sirada, polislerin yanina hafif siritkan kellesi ve belinde kelepceleri (onemli detay) ile gelen sivil giyinimli bir tipsiz yaklasti. Kafamiz guzeldi evet, ama polisle sanki gayet gayriresmi bir muhabbeti varmis ve olan bitenden habersizmis gibi davranan bu dallamanin, tam da bizi izleyip ele veren serefsiz oldugunu (sifatlara dikkat, burada bir yerde negatif akim olmus olmali) anlamayacak kadar da zom degildik. Allah bilir ya, o eldivenleri de oraya belki o herif koymustu. Ha tabii, soylemeyi unuttum. Polis beyler eldivenleri birbirimize verirken, 'uyusturucu alisverisi' yaptigimizi dusundukleri icin, "Londra'yi teroristlerden temiz tutalim, 29 kupona terorist kovucular kapinizda" kampanyasi dahilinde, Stop and Search yontemiyle bizleri aradiklarini ifade ettiler. Butun sorgulamalarini not aldiklari ufak mavi kagida goz atarken, bir yandan da beni arayan sisman beyaz Ingiliz'in 'uzerinde uyusturucu var mi?' sorusuna yanlislikla 'valla bende yok, ama sende varsa bir fiyat konusalim' dememi beklemiyordunuz heralde? Pekala o guzel kafayla, herifin suratinin ortasina yumrugu caktigim gibi Mehmet Can'a 'kos olm' uyarisini yaptiktan sonra kendimizi Thames kenarinda, icinde, dibinde vs.. bulmak gibi bir niyetimiz de yoktu henuz. Zaten Mehmet Can'i arayan melez Ingiliz polis yeniyetme bir sey olacak ki, pek bir kibar ve utangacti.
Etnik kimligim soruldugunda 'cevap vermek zorunda miyim?' sorusuna 'hayir' cevabini ilk defa aldigimda, 'keske bastan ismimi falan da soylemeseydim' diye dusunmek icin cok gecti bile. Adam kafamdaki sapkadan uzerimdeki ceketin rengine kadar her seyin notunu aliyordu. Bilmiyorum tarzimi begenmis miydi ama 'ayakkabilarin ne renk? Kirmizi mi kahverengi mi?' diye sordugunda agzimdan sadece 'Inan ben de bilmiyorum, 6 yil once aldigimda kirmiziydi, cok begendiysen kiralayayim sana' laflari cikabildi. Yaklasik yarim saat once Mehmet Can'la 'ayakkabiya para oderim abi' temali tartismamizda Adidas ayakkabilarin kalitesinden dem vururken, bu yarmanin (sifata dikkat, galiba gene adam sabrimi tasiriyor) da bu soruyu sormasi pek manidardi.
Velhasil kelam, soygunlari, kapkaclari ve bir zamanlar dillere destan fakirligiyle unlu guzide semtim Southwark'in polisleri ellerindeki not tutma islerini tamamlayip da, birer imza karsiligi bize de birer kopyalarina verince bu kagitlarin, o zaman haklarim ve onlarin haklari hakkinda biraz daha bilgi sahibi oldum. Daha sorgulama bitmemisti ki, biraz da ben bunlari sikistirayim diye dusundum. Megersem, uniformali polislerin uzerinde adlarini belirten bir ibare olmaliymis, ismini zahmet ile ogrendigimiz Lee isimli bu sismanin uzerinde herhangi bir yaka karti bulamayinca, piskin piskin 'ehem, bu yeni uniformalarda vermediler yahu' bahanesini mazur gormek durumunda kaldim. Sonucta kafamiz guzeldi ve daha sakin bir dunya istiyorduk.
Su meshur kagitta da yazanlar soyleymis:
Protecting you (Londra halkini kastediyor) from terrorism (bizi kastediyor olabilir)
London has been the target of some of the worst terrorist attacks in Britain and we must all be alert to, and aware of, the risk of terrorism. Our succesful strategy (bize yaptigini kastediyor heralde) against terrorists has included taking away their element of surprise (inanin bu kadar suprizlerle dolu oldugumuzu biz bile bilmiyorduk).
Isaretledikleri siklar ve yaninda verdikleri diagrama gore biz su tanimlara maruz kalmisiz:
Stop Code: To investigate suspected crime/disorder/anti-social behavior
Search Code (adamlar stop u ve search u bile ayirmislar): Drugs (s23, Misuse of Drugs Act)
Outcome Code: No Further Action
Arrest Code: -
Identity Code: simdi burada adam 0 mi yazmis 6 mi yazmis anlayamadim
Zira 0 = Not recorded/unknown
6 = Arabic or North African
Evet tamam geceydi, anliyorum, ama inanin (ki beni bilen bilir) o kadar da karanlik degilim.
Mehmet Can, burada sana donup, hangi rakamla kodlandigini ogrenmek istiyorum...
Benim polis 'arama nedeni'ne ilkokul odevi tadinda yazdigi kucuk metinde, 'Baska bir adamla (Mehmet Can, burada seni kastediyor), pasajda dururlarken, ve onun cebine bir sey yerlestirirken goruldu (bu detaya girmek istemiyorum)' demis bir de utanmadan 'Yere plastik bir torba' birakti diye uydurma bir satir eklemis. 'Ilahi' dedim tam onlar da bize 'gecenizin geri kalaninda iyi eglenceler' derken, 'sikmayin boyle ufak seylere caninizi, bu dunya boyle minik gerginlikler icin fazla guzel'. Tabii 'Olur boyle hatalar, Turk polisi yakalar' ozlu sozuyle muhabbetimizi noktalandirmayi dusunuyordum ki, karsimdakinin Londra polisi oldugu bir anda aklima geldi, silkindim, kendime geldim. Eldivenler de yanimiza kar kalmisti, Mehmet Can'la birer tane ani olarak paylastik, cumartesi gecesi, arkamizda London Bridge, yanimizda gorkemli Southwark Cathedral, arabalarina binen polisler ve ispiyoncu herif, kendi derdinde Thames, ayagimda yillarin eskitemedigi ayakkabilarim vardi. Keyfimize diyecek yoktu, Peckham'daki ne oldugunu bile anlayamadim 'depo partisini' de siktir ettim. 'Hey Londra sen nelere kadirsin' diyerek Mehmet Can'i metro duragindan evine ugurlarken, eve donusumde, nehir kenari yuruyusumde yol soran iki kiza yolu tarif ettim, hem de eldiveni taktigim sol elimi havaya kaldirarak.
No comments:
Post a Comment