Tuesday, January 15, 2008

' Isle of Dogs' were Barking

Sabah 07.55'te terk ettigim odama, upuzuuuuunnn bir 'calisma' gununun ardindan saat 20.45 itibariyle donmus bulunmaktayim. Gecen hafta 2. donemin ilk Proje dersinde, bu donemki proje alanimizi gezmek icin 'Becontree' diye bir yerde bulusup Barking bolgesinde calisacagimizi ogrendigimizde "Off, ne isimiz var o kadar uzakta?" diye hayiflanmistik hafiften. Ta ki, ikinci derste William mimarimizin sunumu sirasinda, Becontree'nin metro ile 5. Zone'da oldugunu gorup (zaten Londra'da 6 zone var) "ooff ya..."lar yerlini "hass.."lere birakana kadar... Ya da bu sabah 07:45 te, biraz da temkinlice, odami terk edip, 9.00da bulusulacak alana 08:40da varmayi basarip da, bu seyahatin Oyster kardimdan £3.50 'ictigini' gorup de, "bu bir saka olmali, burya her gelisimiz ve donusumuz icin £7 (18.8 YTL) yol masrafi mi odeyecegiz?????!!!" sorusunu zikredene kadar...

Tabii, ilk donemde de farkli gruplarin farkli proje alanlarini ziyaret ettigi gunlerde de oldugu gibi, normalde yamgurluruyla unlu, biz geldigimizden beri sakin Londra havasi, bugun de, bu sefer her grubun (farkli temalar ve farkli uyelerle) ayni proje alani icin Barking'de toplandigi gun boyunca saatte 40 km. hizla ruzgarini ve yagmurunu eksik etmedi.

"Halen dunyanin en buyuk toplukonut alani" olarak tanitildigimiz Becontree Konutlari'ni gezerken, grubun onemli bir kismi ters donen, kirilan ve ucan semsiyelerine hakim olmaya calisiyor, bot giymeyenler sulara girmeden yurumeye calisiyor, biz de Lubnanli Lea'yla Louise Attaque'in Lea sarkisini tercume edip, sozlerini tartisiyorduk. Daha sonra, onemli bir kentsel donusum projesinden gecen Barking mahallesinin merkezini gezdikten sonra saat 11.30 gibi okula donmek icin yollandik.

Barking, Londra'nin dogusunda, St. Pauls'e yaklasik 9 mil, Trafalgar Meydani'na 11 mil, nispeten merkezi bir yerde yasayan herhangi birine de "oha be kardesim! gidilir mi oraya bu yagmurda?" uzakliginda, Londra'nin dogusundan kivrila kivrila Kuzey Denizi'ne acilan Thames Nehri'nin kuzey tarafinda, "bu sehri daha da yogunlastirmamiz, butun tasini topragini urban'lastirmamiz gerekir diyen" vali Ken Livingstone'in cilgincasina yatirima actigi bolgede kalan bir ilce. Yogunlugu halen Londra yogunlugunun (ki Londra, dunyanin buyuk sehirleri icerisinde yogunluk bakimindan kat be kat dusuktur) altinda olan bir bolge. Iki katli, terasli, birbirinden bagimsiz Georgian ve Edwardian tarzi evlerle domine edilmis bir mimariye ve eskiden Ingiltere'nin en buyuk endustri merkezi olan Ford fabrikasinin da bulundugu ve istihdamini saglayan mavi yakali beyaz isci sinifi ile, kalabliklasan gocmen demografisine sahip bir yer. Bu donem, 5 farkli tema ile (nufus; cografya; tipoloji ve yogunluk; cevre; yatirim) yaklasacagiz bu bolgeye.

Bel alti esprilerin nasil olduysa girla gittigi eglenceli ve kalabalik bir ogle yemeginden sonra (gene LSE'nin geri kalanindan kendini bir sekilde izole etmis 'sehir tasarimci, sosyal bilimci' grup olarak takildigimiz...) saat 3te bir konferans dinledik, ve ben kendi grubumla birlikte bizim grubu yoneten hocalarla toplanti yaptik. Ilk donemki nispeten ilginc grubumdan sonra, bu donem cok daha belirgin ozelliklere sahip, 29 yas ortalamali sinifta 39 yas ortalamasi ile 'olgun' sinifina giren bir gruptayim:

Caroline: Mimar, Ingiliz. 40 yili askin bir suredir mimarlik yapiyor, az ve ufak proje, bir donem ugrastigi ufak bir ofis ve daha fazla akademisyenlik kariyeri var.

Monica: Tarihci, Arjantinli. Buenos Aires, Berlin ve Portsmouth'da yasamis. Halen Portsmouth universitesi'nde ders vermekte.

Paul: Mimar, Amerikali. Aslen Idaho'lu Paul, hayatinin onemli bir kismini, egitimini de gordugu Denver'da gecirmis. South Park seviyor, halen gelecek secimlerde Demokratlara mi Cumhuriyetciler'e mi oy verecegini kestiremedik.

Hocalarimiz ise Adam Caruso ve Florin Z. (soyadini hic soylemedi sanirim, adindan bile emin degilim). Kendilerini soyle tanittilar:

Adam Caruso
(zaten ilk donemden taniyorduk biraz): Merhaba ben Adam Caruso, mimarim, ilk donem Zurih'teydim, bu donem Berlin'den gelen ve Londra'daki ofisimizde de beraber calistigimiz Florin ile birlikte bu grubu yonlendirecegiz.

Florin Z: Merhaba, ben Florin. Mimarim, Berlin'de hocalik yaptim. (nokta. yani 'Alman'im ben diyor...)

Evet, tam da Florin'e 'Berlin'de hangi universitede ders verdiniz?' diye sordugumda, 'Guzel Sanatlat' demez mi? Bir an 'biliyor musun?' diye sordu da, benim de heralde:

"Sorma hocam ya, bu yanindaki Adam Caruso'nun da calistigi ETH Zurih'te bir yakin arkadasim var, gecen oradaydim hatta.. Hah, iste onun da zamaninda basgoz ettigi bir kiz arkadasim olduydu da, o da senin okulda, UdK Berlin'de okuyordu iste, arada gelip gittigimde ugradiydim size de..." diyecek halim yoktu ya, zaten kim inanirdi canim buna?

Velhasil kelam, Adam Caruso aldi sazi eline ve aslinda kendisinin de tam olarak nasil yapacagimizi bilmedigi metodlarla bu 'tipoloji' hadisesinden ne anlamamiz gerektigini ve kendisi icin neler ifade ettigini anlatti bize 1 saatte, konferans gibi gecen toplantimizda. Ondan dinleyelim...

---
Tipoloji - bir binanin yapisi ve onun sosyal yaptirimlarinin butunudur...

Mimari ile (modern mimarlarin megaloman hatalara dusup dusundugu gibi) butun bir sosyal yapiyi degisteremezsiniz, ama kesinlikle sosyal yaptirimlarini incelememiz gerekir..

Ingiltere'de mimari projeler tipolojiye sadik kalinmadan yurutuluyor, artik sehir tasarimi diye bir sey kalmadi..

Apartmanda yasarsaniz komsularinizla farkli bir iliskiniz olur, villada yasarsaniz koydeki insanlari tanimayabilirsiniz bile. Tipolojilerin farkli acilimlari vardir..

--- Bunun gibi soylemlerle baslayip, birkac kitap ismi verip, daha sonra bizden once kendi proje alanimizi iyice anlayip sonra uluslararasi bir icerikte, baska bir sehirle (Zurih'i tavsiye etti) karsilastirmamizi istedi.. Nasil yapacagimizi beyefendi de bilmiyor henuz, biz de...

Zaten bu Adam Caruso ilginc bir insan. Quebec'li bir mimar kendisi, ama 24 yildir Ingiltere'de yasiyor, ve bir ayagi da Zurih'te. Adam Barbican'da oturuyor. Barbican, Londra'nin finansal merkezi ve Londra'nin kuruldugu yer olan City of London bolgesinde yer aliyor. Simdi, eger pek sevgili valimiz Ken Livinsgtone'a inanirsak, "Londra, halen Avrupa'nin finansal merkezi ve dunyanin da finansal baskentlerinden biri", o halde Barbican da Avrupa'nin finansal merkezi oluyor ki, zaten Barbican'da insanlar oturmaz. Barbican'da calisilir, ise gidilir, bir de Barbican Centre diye onemli bir sanat merkezi var. Ama, London Wall denilen pek acayip, ve her gittigimde tuylerimi urperten mimariye sahip bir ofis kompleksi var, The Wall falan orada yani... Barbican'da oturulmaz.. Iste bu adam Barbican'da oturuyormus, boyle birkac bin deli oturur zaten orada.. (biraz da parali olman gerekiyor...)

Toplanti boyunca ve toplantidan sonra da, fotografin ve projemize eklemleyecigimiz gorsel boyutun oneminden bahsetti. Londra'daki mimarlari pek begenmiyor. Sabah alani gezerken, "Londra'da insanlarin yasamini dusunen mimar kalmadi, Richard Rogers* da valinin mimarlik danismani oldu ama o insanlar icin bina yapmaktan anlamaz ki" dedi.

[
*Richard Rogers: Bu onemli mimar ayni zamanda londra valisi ken livingstonein mimari danismanidir.
Bir zamanlarin thatcher'a kok sokturen azili 'kizil ken'i, blair witch'ci, orta yolcu, 3. yolcu, emmeye gomeye gelen isci partisi'nin 2000'de tekrar (bu sefer gla) ismiyle kurdugu londra 'belediyesi'nin basina, serbest secimleri bagimsiz aday olarak kazanip, daha sonra tekrar 2004'te isci partisi adayi olarak tekrar secilmesi ile rogers'i da mimari danismani yapmistir. bu surec boyunca, 'muhafazakar parti, fak yu' tandansindan 'tabii ki ozel sektorle calismaliyiz, onlar ne istediklerini biliyorlar' (ve para onlarda) sularina akan livingstone'in, 'benim isim 'paranin dondugu' yerleri insa etmek' olan rogers'i da danismani yapmis olmasi cok sasirmadigimiz bir londra gercegi olmustur.
]

Bizim okulda da hoca olan ve LSE Urban Age'in kurucularindan olan mimar Ricky Burdett sorulunca da "Ricky icin en dogru tespiti Rem Koolhaas yapmisti. Kendisine 'Ricky, 15 yildir Londra'da sozunu gecirebilmek icin guc topladin, lobi yaptin, simdi bu gucun var, ne yapacaksin? demisti de Ricky "bilmiyorum" deyip gulmustu"....

"Ilahi adamsin Adam" dedik icimizden, Adam da, bize, saat 18.50'de biten toplantimizdan sonra, studyoda, flash disk'inde bulunan bir fotograf sunumunu gosterdi. Sehir fotogracilarindan, Andreas Gursky islerine, endustriyel alan fotografcilarindan, 50 yasindan sonra kendi vucudunun fotograflarini cekmeye baslayan unlu bir kuratorun islerine kadar 23 farkli yorumu gosterip, "iste, boyle bir seyler yapabilirsek cok guzel olur" dedi, ve heyecanla ve mutlulukla (ve bugun Fizzy'nin cok guzel gozlemledigi uzere, yuzunden hic eksilmeyen 'hey bu yaptiginiz is guzel degil ve nedense bundan biraz tiksindim' bakisiyla) birlikte veda ederken, bizi de, bu uzun gunu de bitirdi...

Bir iyi haber olaraktan, gun icerisinde bir ara, Lea'nin da israrli calismalari sayesinde, simdiye kadarki ve bundan sonraki yolculuk masraflarimizin karsilanabilecegini ogrendik ki, zaten o sirada, yeni ogle yemeklerini yemis, butun sabah ruzgar ve yagmurda yurumus, artik kafasi duzgun calismayan bunyeler olarak cocuklar gibi sevindik, ciglik attik, bagirdik bu habere. Hatta 3 kere 'tesekkurler Lea ve tesekkurler Fran' bile demis olabiliriz bu esnada.

Ben de buraya kadar yuzup gelenlere selamlarimi ileterek yazimi bitirsem iyi olacak sanirim...

No comments: