manuel huerga'nin yonettigi, daniel brühlün salvador puig antichi canlandırdığı film.
"moda" üzerine düşündürten bir film oldu beni. ilk defa el crimen del padre amaro ile tanıştığım ve birçokları gibi benim de rahatça benimsediğim gael garcia bernal geldi öncelikle aklıma. amores perros ve la mala educacionda karakterini oturtan bernal'i, motorcycle diariesde izlemek, iyi bütçeli, naif bir "che" anlatımı sorusu ile birlikte, benimseyebileceğimiz bir devrimci profili çizdi bile. "benimseyebileceğimiz"den kastım, sanki biraz oyunculuk ve iyi bir makyaj ile, güzel bir set önünde kendimizi yerine koyabilmemiz anlamında tabii. "önemli" konularda, ünlü ve belirli karakterler sonucunda kendi kimliğini oturtmuş oyuncuların oynamasının anlamı ne olabilir? gael garcia bir orta amerikalı (meksika), daniel brühl, canlandırdığı karakter gibi bir katalan ve eminim ki her ikisi de en az, birçok gencin içinde deniz gezmişi hissettiği kadar hissettiler oynadıkları karakterleri. zaten soru da buradan geliyor.
filme dönersek: salvador puig antich, baba karakteri ile çatışma halinde olan, orta-yüksek gelir tabaka bir ailenin çocuğu. kendi iç çelişkilerinden biri de muhakak ki, daha sonra hapishanede gardiyanın da kendisine ifade ettiği gibi "burjuva devrimcisi" olup olmadığıdır. manuel huerga filmle birlikte kesinlikle bu duygunun üzerine oynuyor. "burjuva bir aktörü, burjuva bir seyirci kitlesine sunarak" diyebilecek kadar kaba bir prototip kurabiliriz. 1970'ler kamplaşmasının bir parçası olmayı, evde hiçbirşey yapmadan sessiz durmaya, ve futbol seyretmeye yeğleyecek kadar da girişimci (!) kendisi gibi birkaç arkadaşı ile birlikte, banka soyarak elde ettikleri parayı, işçi hareketlerine sermaye olarak kazandırmak istiyorlar. film boyunca, "mil" adı verecekleri bu örgütlerinin herhangi bir sendikal veya diğer işçi örgütlenmeleri ile ilişkiye girdiğini görmüyoruz halbuki. peki o zaman puig ve arkadaşları neyi amaçlıyorlardı? aslında, karşı durmaları gereken bir şey olduğunu farkeden bir grup genç olarak, "almaları gereken bireysel tavırları kolektif bir bütün içinde alabildiklerini görebilen" bir grup insanı mı? aslında, huerga, bu sorgulamayı karakterlere yaptırdığı gibi izleyiciye de yaptırırken, eminim kendisi de sıklıkla aynı süreçten geçmişti.
ufak bir flashback'le filmin başında akan jenerikteki "che ve diğerleri" görüntülerini hatırlayayım. çok mu tanıdık demeliyiz? puig'in "mil" grubunun hareketleri 1973 civarlarında gerçekleşiyor. dolayısıyla, (her ne kadar filmde bunu dile getirmese de) ilk seçimle iktidara gelen sosyalist lider salvador allendenin pinochet'nin kanlı darbesi devrilmesi anını televizyondan izlemelerine karşı verilen coşkulu tepkiye, "evet, gerçek devrimci ruhu bu" mu demeliyiz yoksa "mütevazi ama içten bir içerik ile tutarlı davasını yansıtmaya devam ediyor yönetmen" diye ümitlenmeli miyiz? die fetten jahre sind vorbeida genç anarşistlerin (!) iç çelişkilerini en saf haliyle dışarı vurmalarına yardımcı olacak bir zengin patron karakterimiz vardı. bakınız ki, o filmin de başrol oyuncusu daniel brühlidi. 1970ler anarşisinden ziyade 68 kuşağı'nın 2000ler versiyonu olarak berlin sokaklarında gezinen arkadaşlarımız, gerçek 68liler gibi "freelove" olgusunu kabullenip, iç çatışmalarına gem vurabilecekler miydi, bunu izledik. sinir bozucu derecede gerçekçi ve içten gelmişti o reçete. burada ise, gittikçe başarılı bir duygusallığa kayan, içten içe "puig benim" dedirten ama bir yandan da, sırf bu yüzden ufak karın ağrıları çektiren güzel bir film var elimizde.
puig'in, ne kadar da konu ile ilgisi olduğu konusunda seyirciyi çelişkiye düşüren ufak aşk hikayesinin (tabii ki, filmin ikinci yarısından sonra tamamen drama'ya dönüşen yapısına katkı olması için konulmuştu) dişi kahramanı da, gene bu "yöre"lerden ve bu "janr"lardan ingrid rubioki, bu güzelliği en belirgin olarak noviembrede izlemiştik. taşlar iyice yerine oturuyor. malesef karşımızda, "celebrity"lerden oluşan bir anarşist çete ve yandaşları ve yoldaşları var. kendimizi biraz fazla özdeşleştirebiliyor olmamızdan korkuyorum. çünkü, gerçekten de 1970ler ispanya'sında (elbette 1975'e kadar) sokağa "ölmek" için çıkanlar, bir film setinde yapma tabancalarla birbirlerine ateş edip, filmlerinin galasına güzel arabaları ile gidecek değillerdi. ve biz de "kanyon" sinemasında filmi seyrettikten sonra, eve sağ salim gideceğimizi bilirken, ya da en azından sokakta çatışmalardan değil de, metro hattına yanlışlıkla inebilecek bir "doğalgaz çalışması sondaj ekibi aleti" yüzünden hayatımızın tehlikede olabileceğini düşünürken; o "gerçek" mücadeleyi 138 dakikalık ufak bir porsiyon olarak almış olmuyor muyuz? "mücadele" hevesimiz de bu ufak 2 saatlik porsiyonlar ve artık "ailemizden" sayılan bu tanıdık aktörlerle birlikte harcanıp gitmiyordur umarım, diye düşünerek ayrılmama neden olan, artık-duygusallığa-vurulduğu-andan-itibaren en azından samimi ve güzel bir duygusal; öncesinde de hazmedilebilir bir "anarşiye giriş" temalı film.
metroda dönüşte, ellerinde tespihli iki mütevazi seyirci, "yeteri kadar sınıf çatışması"nın sergilenmediğinden dem vuruyorlardı. bir tanesi diğerine "sovyet sinemalarında bazı örneklerini bulabileceğini" söylerken (izlemediğim) eve dönüşten kat be kat iyi, ve sinema-tarih buluşması kapsamındaki filmler arasında, izledikleri en iyi film olduğunda hem fikirdiler. şükür ki, herhangi bir boru metroya isabet etmedi veya eve dönüşlerimizde, serseri kurşunlardan birine denk gelmedik.