Tuesday, December 19, 2006

gece yürüyüşü

uzun zamandır gece yürüyüşü yapmamıştım. evden çıkıp teşvikiye meydanı'na doğru yürüdüm. yılbaşı süslemeleri çoktan sokakları kuşatmaya başlamış bile. dolmuşların kalktığı sokağı gene "burn" kapmış. "ateşli geceye" 11 gün bilmem kaç saat kaldığını söylüyor dijital pano. yılbaşı gecesi altından akacak olan keşmekeşin hemen üzerinde o dijital panonun, tam saat 12yi gösterdiği sırada üzerine isabet edecek bir molotof kokteyli ile cayır cayır yanmaya başladığını görüyorum. ışıktan kaçıyorum.

gece yürüyüşleri, trafiğin azaldığı, yeteri kadar geç yapılırsa, yalnızca, köpeklerin, yalnızların, aklı karışıkların, çiçeklerin içeresindeki çöplerde yemek arayanların ve sokak lambalarının hükmettiği bir ayine dönüşüyor. rumeli caddesi'ne çıkıyorum. yazın sonlarına doğru sıcak bir akşamüstü melteminin sürüklediği Kurtuluş'a kadar gidebileceğimi sanmıyorum. ne o kadar derin buhranlar içerisindeyim, ne de sol bacağımdaki ağrı buna elverişli koşul sağlayacak durumda. Pangaltı'nın içine doğru, beni tekrar Valikonağı'na bağlayacak sokağa dalıyorum. migreni olan biri olarak, ışıktan ve sesten kaçışım olması gerek bu gece yürüyüşlerinin, ama kulaklarımdaki bangır bangır gürültü ve sınırlarötesinden gelen o kör edici ışıkla ne kadar migren savuşturulabilir bilmiyorum. en azından soyut migren için yeterli bir kaçış planı.

astral seyahatlerimde, bebekliğimin sokağı olan sokağa dalıyorum. rüyalarımda hep öbür tarafından girip şimdi daldığım taraftan çıktığım sokak. ve, o zamanlar gökyüzü o kadar büyük ve uzaktı ki, binaların tepelerinin de gökyüzünde olduğunu düşünürdüm. hiçbir zaman sokağın sonunda sola kıvrıldığını unutmadım ama her zaman gerçek hayatta yıllar sonra (ki bu birkaç yıl öncesine tekabül eder) bu sokağa dalıp da "aradığım sokağı buldum" dediğim andan beri bu sokağın bu kadar küçük olduğunu da farketmemiştim. ne de sokağın sonunda Pangaltı Ermeni Lisesi olduğunu. yolculuğun en karanlık bölümü, ve sanırım en çok çağıranı da aynı zamanda.

tekrar Valikonağı'na çıkarken kırmızı ceketli kızla kesişiyor yolum. korkarak bakıyor yalnızlığıma. aynı yönde ve aynı sokakta yürüyecek olmamız biraz endişelendiriyor beni. karanlığımı vermek istemiyorum; ya da yönümü değiştirmek. planımı bozup tekrar Teşvikiye Caddesi üzerinden dönmeye karar veriyorum eve. malesef planladığımdan çok daha erken aydınlığa dönmüş oluyorum. ve kuru gürültüye. zaten hayatımın bu evresinde, üretkenliğim de kısıtlanmaya başladı. ama aydınlık çağrı'yı kovmuyor, aksine erken gelen huzursuzlukla birlikte, müthiş bir mide travmasının başlangıcının habercisi oluyor.

eve doğru inen sokağa geldiğimde kararımı veriyorum. onu aramadan ve sesini duymadan uyumak zulüm gibi gelecek. yeteri kadar verimli bir gece yürüyüşü yapamadığımı zaten bu noktada kavrıyorum. tam da Pangaltı'da aramayı düşünürken, yalnızlığımı kesen o engel çıkmasaydı karşıma, şimdiye dek çoktan sesini duymuş olabilirdim. kapanmış bir dükkanın içinden camın kenarında korku dolu gözlerle, yardım isteyen bir köpek havlıyor dışarı doğru. tam 4 yıl ağzındaki dükkanın önünden sırasıyla iki taksi geçerken, karanlık sokaktan bir adam bana dik bir şekilde yolumu kesiyor ve bir başkası da taksilerden birine biniyor. bütün bu ufak bahaneler, köpek için "yardım etmemekten" duyacağım pişmanlığımı azaltan dış etkenler. köpeği unutuyorum. yürüyüşlerim genelde, bir yere "varım" veya "doyum" noktasında biterler. olmuyor bu sefer sanki. sesini duymam gerekiyor.

ilk defa gece yürüyüşünde üşümeye başlıyorum. eve geliyorum. arıyorum. "iyi geceler" diyorum.

1 comment:

D!mple Rock said...

bende gece yürüyüşü yapmak istiorum.
ama istanbul geceleri bayanlara pek yol vermiuor
(=