Monday, July 17, 2006

selanik

34 derecede bir havada varıyorum selanik'e. makdonyadan yunanistana geçerken, idomenideki hulusi kentmen tipli sınır polisi ne iyi davranmıştı. oturma iznim bugün bitecek ve ben yunanistandan çıkarken saat gece yarısını da geçecek. başka tren de yok. pek sıkıntılı geçecek bir gün.

tren istasyonundan sola dönüyorum, merkeze kadar yürümece. çok sıcak; bir önceki gün bozdurduğum 10 euro yu bütün bir gün harcayabilmek için çok uğraştığım ve sonunda bira da dahil olmak üzere gereksiz alışveriş yaparak fazla dinarlardan kurtulabildiğim belgrad alışverişinde aldığım ekmekler çoktan ezilmiş, su çoktan ısınmış bile. taşımak da ayrı ağır. sokaklar da temiz veya ilginç değil ki. ama olsun, selanik'in de mutlaka göstereceği şeyler olmalı. atatürk ün evini de bulursam ne âlâ! deniz kenarını kat ediyorum; şık ve pahalı cafe'ler. iç sokaklara girdikçe publara, barlara dönüşüyor. eski tip apartmanlar, biraz daha içerilerde güzel dar sokaklar ve eski taş binalar. 4. yüzyıldan kalma, daha sonra bizanslılar tarafından yenilenen, osmanlılar ele geçirdiğinde camiiye çevrilen, ve şimdi o güzelim minarenin etrafını aynı sevilladaki gibi taşlarla örterek tekrar eski kilise görünümünü kazandırmaya çalıştıkları, avrupanın şımarık çocuğu yunanistanda avrupa birliği paraları ile restore edilen o güzel kilise. ve şehrin göbeğinde bir yerde büyük bir kazı çalışması. selanik, beklediğimden de fazla tarih sunmaya başlıyor...

sürekli terleme, arada ufak molalar ve gara tekrar hareketlenmeden önceki yemekten hemen önce gözümü tekrar tepelere dikmişim. ne zaman tepeleri farkettiğimi bile bilmiyorum. o tepedeki tipik 60lar mimarisi betonarme bina. nedense oraya ulaşılmalı. hislerimin gene beni yanıltmayacağını biliyorum. Bergen’de sürekli yağan yağmurda veya granada’da 42 derecede, incir ağaçları ve taze balık kokularının arasından çıkmaya ulaştığım tepeler gibi. çünkü tepeler güzellik vaat eder. etmelidir. hafif zorlayıcı yokuşlar sonrasında tepedeyim. kapalı ama çok güzel bir kilise. betonarme bina biraz daha yukarıda. son tırmanış ve arkada kalan o güzel manzara. deniz hizzasındayken diğer adaları seçememişim bile. ve sağda alabildiğine uzanan şehir, büyük liman ve buradan şimdi seçebildiğim tren garı. solda, selanik kalesi ve sonsuzluğa uzanan sahil şeridi. Izmir’de konak ın arkasındaki o tepeciğe çıktığımda da pişmanlık duymamıştım 2 yıl önce. ve şimdi tekrar istanbul’a nasıl aşık olduğumu da anımsıyorum. yedi tepesi ayrı güzellikte yedikule.

tekrar iniş, güzel bir souvlaki, yanına soğuk bir bira (arka masada içilen ouzonun kokusu çok cezbedici ama tercih edemedim); üzerine ikram edilen dondurma. yakalamam gereken dostluk treni, gözüme girmeyecek bir "sınır sorunu" uykusuz gecesi, ve selanik'i terk ediş. rebetiko ritmleri arasında, güzel birkaç saat geçirdiğim bir memleket; sıcağına, kurağına rağmen.