Sunday, November 11, 2007

Sınırlar

Sadece birkaç saat önce, polisin bir anlık boşvermişliği esnasında kendimi Fransa'ya atmış olabilirdim. Şu anda Paris'e doğru yol alan bir trenin veya arabanın içinde olabilir, keyfimin istediğince, örneğin 3 hafta sonra Eurostar trenine atladığım gibi Londra'ya gelmeye çalışabilirdim. Muhtemelen, Schengen vizem olmadan kaçak giriş yaptığım Avrupa Birliği Schengen bölgesinden sınırdışı edilir (belki de sadece Fransa'dan), muhtemelen İngiltere'den de kovulabilirdim. Veya, Almanya'ya geçer, tekrar İsviçre'ye döner, hiçbir şey olmamış gibi İngiltere'ye veya Türkiye'ye tekrar uçabilirdim. Eğer İngiltere'de öğrenci olmasaydım, normal bir Schengen vizesiyle İsviçre'ye giremeyebilirdim. Şimdi ise İsviçre'ye vizesiz girebilirken, Schengen ülkeleri için ayrı bir vizeye ihtiyacım var. Çok mu karışık oldu? Basel Havalimanı'ndaki pinekleyen Fransız sınır güvenlik görevlisinin açtığı şu tartışmayı biraz geriye saralım. Belki hiçbir zaman gerçek bir "ulus-devlet"e sahip olamamış Kürt halkına mensup bir grup insanla dün Zürih'te yaşadığımız olayın manasını da daha iyi anlayabiliriz.

İtalyanca, Almanca, Fransızca ve İngilizce konuşuyor olabilirsiniz. Pekala, çok çalışıyor, emek üretiyor ve birçok konuda ortalama bir Fransız veya Alman vatandaşına göre çok daha fazla fikir sahibi olabilirsiniz. Ama Filistin topraklarında doğmuş ve burada yaşayıp ölmeye "mahkum" edilmiş biri de olabilrsiniz. Eyal Weizman isimli mimarın (bkz. "
Hollow Land: Israel's Architecture of Occupation") birkaç hafta önce LSE'de verdiği konuşmadaki örnekteki gibi dört duvarlı sınırlarınızın içinde otururken, kamplarında Foucault okuyup mimari ve kent teorileri üzerine eğitilen İsrailli askerlerin duvarınızda açtığı deliklerden içeriye girmesini ve sizi "ne yapıyorsunuz burada?" diye sorguladıktan sonra "burası bizim evimiz." cevabıyla birlikte odanın öbü tarafındaki duvarınızı delip yandaki eve geçişini izlemek durumunda kalabilirsiniz.

Aynı şekilde, Saddam'dan kaçarken doluya tutulmuş da olabilirsiniz, yıllarca baskı altında yaşadıktan sonra medeniyetin beşiğine kaçmış, orada üçüncü sınıf insan muamelesine maruz kaldığınız insanların açıkfikirliliği sayesinde, size ikinci sınıf insan muamelesi yapan millet, devlet ve kurumlar hakkında tam da size yakıştırıldığı gibi "terörist" diye bağırıyor da olabilirsiniz. Eğer hayatınızın yüzde seksenini gördüğünüz zulümü yenmek uğruna adayabileceklerinizi düşünerek geçirmişseniz, size elini uzatan aynı renkten ve aynı tenden kişinin sadece kimlik kağıdına bakıp onu sırtından vurma refleksinde bulunabilirsiniz. Malesef hepimizin "maddesel kaygılar"dan öte şeyleri düşünecek kadar fazla vakti olmayabiliyor. Yakınını kaybeden birine ne demeli? Ailesinin yarısı parçalanmış olarak dünyaya gelen birinin hissettiklerine, ona öğretilenlere? "Mantıklı" düşünebilmek bütün bunlardan uzak, soyut yaşayabilmiş, kişisel olarak bir "acı"ya veya "deneyime" saplanmamış ama aynı coğrafyadan, aynı kederleri paylaşabilecek derecede duyarlı insanlara nasip olabilir mi? Ya da sadece bunları yaşamış olanlar mı olayları doğru gözlerle tespit edebilirler? Peki, hem yaşamamış olup da, yaşamış kadar "üzülen", "sinirlenen", "tepki gösteren", "korkan"lar? İşte, medya-hükümet-asker işbirliğinin de, çatışmalarının da kaynakları bu yönlendirmeler değil mi?

Eğer kırmızı küçük bir kimlik defterine sahipseniz, İsviçre'de eğtimini sürdüren, el emeği göz nuru ile büyüttüğünüz minik kızınızı sınıra kadar geçirebilir, sabah gazetede "terörist Türk"lerle, sınırsal bütünlüklerini tehdit eten "pis Kürtler"in çatışmasını okuyup akşam evinde süper hızlı Internetiyle çocuk pornografisine dalacak Fransız polis memuruna ufak bir selam vererek, mutlu mesut evinize geri dönebilirsiniz. Eğer, ufak bir pasaport defterinden başka kaybedecek hiçbir şeyiniz yoksa, bu mekandan ve zamandan soyutlanmış, yüzlerce sayfalık Schengen protokollerinin arasından, son 4 yüzyıldır varlıklarıyla medeniyetin beşiği olan ulus-devletlerin yumuşak karnından, hiçbir coğrafya, doğal afet veya "olağanüstü hal"lerin başedemediği sınırların ötesinden yeni ve "illegal" bir hayat kurma hayalleriyle bir kamyonun arkasına atlayarak aynı otoyollardan geçebilirsiniz. İsviçre'de muhafazakar partinin seçim propogandası olarak "ak koyunların kara koyunları sınırların dışına tekmelediği" karikatürlere çok mu şaşırmalı? Ya da "troubleshooter" ibareleriyle dolaşan polis arabalarına? Londra'nın dört bir yanına dağılmış 300.000 güvenlik kamerasına? Ya da burnunun dibinde "çapulculara" ayar çeken, "DTP'liler suçüstü yakaladık" derken şehit annelerinin gözyaşlı oylarına kanlı parmaklarını uzatabilmek için DTP diplomasisine razı olan, ardından askerleri hapise atan, kendi siyasi ve ordusunun askeri varlığını dayandırdığı temellere küfretmeyi bahis bilip medyayı sansürleyen eski adalet bakanı ve şimdiki başbakan yardımcısı ve tayfasına mı çok şaşırmalı?

Peki, kendi memleketinde olmayanları olmuş gibi gösterebilirken, medeniyetin ortasında "terörist Türkler" diye bağırma hakkını kullanan adamı hangi medyadan saklayabilirsin? Tabii, bunun karşısında "insan hakları fetişizmi" yaparak, güvenlik sorunlarıyla, kendi huzurunu hiç bilmediği topraklarda arayan, bunun için kendi topraklarında 3. sınıf insan muamelesi gösterdiği azınlıkların başka bir ulus-devlet (Kürtlerle Türkiye'yi kastediyorum elbette) için düşündüklerini manşet manşet yayınlayan riyakar, iki yüzlü medyaya ne demeli? Bütün bu çirkinliklerin arasında kim bilir yüzü nerede kim tarafından nasıl yakılmış adam sana yaklaşıp seninle şöyle bir diyaloğa girdiğinde, "terörist Türkler" diye bağıran 1000 tane Kürt'ün arasında "ben Kürtlerle beraber de yürüdüm, neden böyle davranıyorsun?" diyebileceğini mi sanıyorsun:

- Sind Sie Journalist?
- Nein.
- Sind sie Türke?
- ...
- Türk müsün sen?
- ...
- (fısıldayarak) Türk müsün? Başka yere git. Resim çekme. Kameranı alır, fotoğrafları yokeder, onu da kırarız. Başka yöne yürüyeceksin.


İçinden "yarın senin peşmergelerine şanlı Türk ordusu saldırdığında..." ile başlayan cümleler geçiren bile olabilir. Kutsal sınırları korumak adına daha kimler kimlere zulm edecek? Hepsi bir hayalden ibaret uluslarüstü projeleri hayala geçirmek adına kendi vatandaşlarına bile eziyet çektiren devletlerden daha kimin hangi yaptırımlar sonucunda canı yanacak? Hangi bayrağın "topraklarında", hangi bayraklar "uğruna", hangi bayraklar yakılacak? Bir şaşkın polisin koruyamadığı sınırları korumak için binlerce kilometre ötelerde güvenliğimizi arayacağımız günler bu saldırgan tavırlar, bu ikiyüzlü oyunlar devam ettiği sürece hiç biter mi acaba?

"Teröre hayır". Hangisine? Gerilla terörüne mi? Devlet terörüne mi? Petrol terörüne mi? Endüstrileşmiş futbol terörüne mi? Hepsine mi?..

Karlı kış sezonunu açtım, "karanlık, pis bir şey okumak istemiyoruz" diyenler, verimli ve dinlendirici Zürih gezisinin geri kalan "yumuşak öğeler" içeren bir sonraki yazıyı bekleyebilirler...

No comments: