Robert Kolej yemekhanesi, yıl ya 1999 ya da 2000, hadi bilemedin 2001.
Yanlış hatırlıyor olmayayım, 5 Türk bilim insanı yemeklerini yerken yeni bir formülle bilim dünyasına katkı yapma aşamasındadır. Ömer Çavuşoğlu, Ege Duruk, Seçkin Güneş, Ahmet Can Kuyumcuoğlu ve Ömer Tuğlu bir yandan her zamanki gibi Ahmet Can Kuyumcuoğlu'nun yemeğini bitirmesini (veya bitirememesini) beklerken, bir yandan derin bir tartışmayla matematik, fen ve sosyoloji bilgilerini harmanlamaktadırlar:
"Abi, bunun belli bir "sabit"i var. 3 parametreye dayanıyor":
hatun sabiti= Availability x Beauty X Intelligence
Sosyal Darvinizm'i öğrenmeyi bırak, Biyoloji dersini zar zor veren Ömer Çavuşoğlu isimli genç öncelikli olmak üzere, henüz hayatın sillesini yememiş, önlerindeki tabaktakileri bitirmekle meşgul bu genç adamlar, önergenlik ve ergenlik dönemlerinin en önemli sorunlarından birini formülize etmiş olduklarının düşünmenin sevinciyle dersliklerine doğru yönelirler... (A B İ teoremini geliştirirken, örnek olarak alınan bayan arkadaşların isimleri hiçbir şekilde açıklanmayacaktır...)
O günden sonra bu zat-ı muhteremlerden 3 tanesi akademik hayatlarını Mühendislik dallarında devam ettirmeye karar verirken, bu satırların sahibi, üniversite yıllarını, büyük bir matematik özlemiyle ve "kader"in aslında bir algoritma ve olasılık denklemleri karışımlarından ibaret olduğu üzerine kafa yormakla (Darren Aronofsky'nin "Pi" isimli filmini izleyerek gaza gelmekle) ve bu rakamların ve binlercesinin birbirine bağlandığı ve birbirini bağladığı başka başka diyarları gezmekle geçirdi....
Neyse, sonuçta bu hikayenin üzerinden geçen yıllardan sora anladığım tek şey, bayanları anlamadığım oldu, ama şimdi bunun üzerinde fazla durmayacağım sanırım. Sonuçta, burası bir H.U. köşesi değil ya.
ETH'da geçirilen bir haftasonu, AA'de geçirilen bir akşam seansı, ve V&A (Victoria & Albert Museum)'in RIBA (Royal British Institute of Architects) arşivlerinde geçirilen bir günü de kapsayan koca bir haftadan sonra, 20 Kasım 2007 günü, 5 ayrı projenin toplam 5 saatlik sunumları olduğu bu kutsal günde, saat 8 gibi önce 6 sonra 7 bölümdaş olarak 4 şişe şarabı devirmemizin şerefine, ajandam bana: "bugün, sizin yıllar önce çocukça yaptığınız basit gözlemlere, büyük katkıda bulununa kelli felli bir mimar adam konuşmasıyla katkıda bulundu" diyor:
Gene ETH'dan (bugün bizim sunumları dinlemeye gelen yarı ETH'lı, yarı LSE'li Adam Caruso gibi), gelecek dönem, sağolsun etrafımızı şenlendirecek Kees Christiansen isimli mimar abimiz, bizim bölümdeki mimarların dahi büyük bir soğukkanlılıkla "mimar işte!" diye karşıladığı, sunumunu muhtemelen bugün uçakta hazırladığı, pek güzide şehirlerimizden Hamburg, İstanbul, Amsterdam, Dubai, Bağdat'ta çalıştığı, ama sanki pek de "anlamadığı" projelerini anlattı.
Ahh gözüm, böyle mimar olup da, "insanların yaşama alanlarını şekillendiren" projeler üreteceksen, keşke hiç mimar olmayaydın e mi?
Sonuçta biz de ufaktık, küçüktük, bilemedik, erkek erkeğe heyecanlandık, "abi" diye bir denklem ürettik ama kimseyi kırmamaya, incitmemeye çalıştık. "Formül budur işte" deyip, insanları a b ve i'lerine göre ayırmadık, elele tutuşunca heyecanlandık, öpüşünce sevindik, yalnız kalınca üzüldük. Ama birbirimize döndük, paylaştık, çalıştık, ve inanın günlerce ve günlerce her derse geç kalacağımızı bile bile Ahmet Can'ın yemek yemesini bitirmesini bekledik...
1 comment:
cok tuhaf duygular icerisindeyim..ne alaka bisi ariyordum da bu yaziyla karsilastim bilmiyorum suanda..ama yavas yemek yiyorsa kesin bu bnm ahmet canimdir dedim:) havuc yer falan=)
ayy ne tuhaf bu yazi burda kaybolup gitcek yuzde bircok ihtimal ama olsun..sevindim ben..en azindan haberim olmus oldu..haa buarada ben hayal..ilkokuldan=) slm sole:) sirf su yorumu yazmak icin uye de oldum iyi mi=)
Post a Comment