Doğumgünü hatıraları, yolculuk anıları, karında kelebekler uçuşan yazıları, canım cicimleri ve karanlık hisleri bir kenara koyarak, son birkaç ayda reelpolitikte neler oldu bitti, bir toparlamakta fayda var gibi.
Bundan sadece 3.5 ay önce nisan aylarının sonlarında Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ile boğuşan, bol yapay gündemli bir siyasi Türkiye resmi vardı elimizde. Genelkurmay Başkanlığı'nın Internet sitelerinden yayınladığı muhtıra niteliğindeki yazı, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sırasında "oy yeterliği" ve "katılım yeterliği" üzerine çıkan ve anayasalar üzeri hileler ile tam bir anti-demokratik çirkef oyununa dönüşen olaylar, düzenleten, düzenleyen, katılan, yayınlayan (basın), derleyen, toparlayan ve yorumlayanların tamamının bir şekilde statüko odaklı ve menşeili olduğu Cumhuriyet Mitingleri, akabininde TOKİ'li, bağımsızlı, "demokrasi gelecek"li seçim süreci ve sonunda şimdi içinde bulunduğumuz durum. Bu kadar karmaşanın içinde, bu karmaşa öncesi elimizde neler olduğuna, şimdi neler olduğuna ve neyin ne kadar değişip değişmediğine bakmakta fayda var.
Bütün bu süreç, hatırlamak gerekir ki, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri süreciyle alev aldı. Daha en başında neredeyse tüm AKP karşıtlarının ağzından tek bir söz çıkıyordu: "Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmasın!". Bu süreci izleyen ilk günlerde televizyonda bir haber programındaki röportajda Deniz Baykal'ın çıkıp "Anayasa'da daha önce uygulanmayan, tartışmaya açık bir hüküm bulundu, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri'nde 367 milletvekilinin Meclis'te oylama için bulunması gerekiyor" tarzı bir sözle Sabih Kanadoğlu'nun açtığı tartışmaya gönderme yapmıştı. Bu tarihte 3 Kasım 2002 seçimlerinden beri, hiç bir şekilde yapıcı bir muhalefet uygulamayan bir CHP olduğunu unutmayalım. Hatta o süreç içerisinde kendi içinde de parti içi muhalefeti sindirmiş, Parti Kongresi'nde Deniz Baykal - Mustafa Sarıgül olayını yaşamış, aslında meclis içi sandale dağılımıyla birlikte taa 2002'den beri yaptırım ve muhalefet gücü belli olan bir CHP vardı. Eğer ki, AKP muhalifleri 2002 seçimlerinde alınan sonuçları değerlendirip bu geçen 4.5 yıl süre boyunca, zaten yapılacağı 7 yıl önce belli olan 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri üzerine hiç kafa yormayıp, durumun bu hale geleceğini ancak son 6 ay, 1 yıl içerisinde anlayabilmişlerse, burada ancak AKP'nin 2002'deki seçim başarısından ve malesef AKP'yi desteklemeyen kitlenin basiretsizliğinden söz edebiliriz. (Burada, 2002 seçimlerinin yarattığı temsil sorununa ve adaletsiz sandalye dağılımı tartışmasına girmeyeceğim, zira bu daha sonra sonuç bölümünde de ele alındığında kendini nötrleyen bir tartışma konusu olduğu ortaya çıkacak. Ayrıca, bu sandalye dağılımı adaletsizliğinden AKP kadar CHP de yararlanmak durumunda kalmış ve son 4.5 yıl içerisinde "seçim barajı" gibi konuların hiçbirinde adaletsizliği ortadan kaldıracak bir politika izlememişlerdir.) Bu durumda, 2007'ye gelirken CHP ya iktidarın çoktan yıpranmış olacağını bekliyordu, ya da son 4.5 ayda gerçekleşecek ve Recep Tayyip Erdoğan'ı cumhurbaşkanı yapmayacak olaylar zincirinin oluşacağını zaten önceden biliyordu.
Velhasıl kelam, Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül'ü gösterdikten sonra da sular durulmadı ve yukarıda bahsi geçen Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen seçimler süreci boyunca yaşananlar halen hepimizin aklında. Son Genel Seçimler'e geldiğimizde artık herkesin diline pelesenk olmuş "artık halk onları istediğini tekrar gösterdi" söylemine nasıl geldik? AKP oylarını nasıl bu kadar yükseltebilip, bu sefer adil olarak görünen bir meclis temsiliyetinde bu meşru pozisyonu nasıl elde etti, ve "Erdoğan Cumhurbaşkanı olmamalı, Gül'ün eşin Köşk'e çıkmamalı!" diye haykıran "fanatik" kesim nasıl oldu da şimdi "hakları artık sanırım bu, evet demokratik bir ülkede yaşıyoruz"a çark etti. Bu kesim gerçekten bu kadar "fanatik" miydi? Cumhuriyet Mitingleri'nde sokağa inenler gerçekten kimlerdi?
Öncelikle Cumhuriyet Mitingleri'nde sokağa inenler hiçbir şekilde toplumun genelini yansıtan bir kesim değildi. En azından, toplumun üretim düzeyinde görmeye alışık olduğumuz kesimini yansıtmadığı bir gerçek. Zaten bu "sokağa inenler"in de sayılarının tüm abartılarla birlikte, hiçbir şekilde gerçek bir "büyük kitle" oluşturmadığını bilmeliyiz. Bu kesim, aslında kaba tabiriyle "halinden memnun, gerçek anlamda maddi sıkıntıları olmayan ve sıkıntıları daha çok sunni ve yapay gündem maddelerinden oluşan" bir kesimdi. Cumhuriyet Mitingleri'nde herhangi birinde, "Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olacak, ama eşi hiçbir resmi geziye katılmayacak, sizin hayat standartlarınızda hiçbir eksilme olmayacak, hiç kimse dinin esasları ile günlük hayatta yargılanmak durumunda kalmayacak, hiçbir dini söylem içeren ideoloji veya kişiler hayatlarınızın pratik alanlarına müdahil olmayacaklardır" denmiş olsaydı, o kalabalık kendi kendini 3 saniye içinde imha edebilirdi. Eğer, "böylesine bir vaat ne kadar gerçekçi olabilir? Bu insanlar Gül'ün cumhurbaşkanlığı ile başlayan, AKP iktidarında ve Meclis Başkanlığı'nda (bu Meclis Başkanlığı işinin bürokratik olarak bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum) devam eden süreçte yavaş yavaş iliklerimi kurutacaklar" şeklinde bir tepki gelecek olursa, ben de bu soruya ancak "o zaman nasıl oldu da aynı basın örgütleri ve kitleler bu sorunları unuttular, demokrasi çığırtkanlığı içinde şimdi de örneğin DTP gibi partilerin Meclis'e girmelerini (DTP'yi ne kadar tanıyorlarsa..) kendi başarılarıymış gibi sahiplenip bir de üstüne üstlük 'DTP uzlaşmacı olsun' diyen insanlara dönüştüler?" şeklinde bir soruyla yanıtlayabilirim. Eğer bağımsız milletvekilleri ve DTP adına kazanılmış haklar varsa, bunlar Meclis'te daha fazla milletvekili sahibi partilerin suyuna giderek (tek yönlü) ve buyruğuna girerek savunulmayacak, aksine orada bulundukları süreç boyunca, siyasi olarak yanlış hareketlerde bulunmadıkları sürece kendi bekaları için kendi tabanlarını dinleyebilecek politikalar yürüteceklerdir. Politika üretemeyen ve gerçek bir söylemi olmayan partilerin bugün ne hale geldiğini gayet iyi görüyoruz. Muhalefet bilinci önemli bir bilinçtir, ve proaktif bir şekilde yürütüldüğü sürece, üslubu ne olursa olsun, neredeyes iktidar kadar yaptırım gücü olması beklenen bir iştir.
Dolayısıyla, buradan anlayabildiğimiz kadarıyla, sürekli basının pohpohladığı (onun da bir kısmının) Mitinglerin katılımcılarının ciddi söylemli bir proaktif kitle olamadığını farkedebiliyoruz. Bütün bu süreç boyunca DTP'nin tabanına kadar inmeye çalışan (ki din olgusu ve uzun vadede iktisadi istikrar söylemiyle bunu bir ölçüde kolaylıkla başarabilen) AKP'nin politika üreterek, kendini bu işten nasıl sıyırabildiğini gördük. Çok açıktır ki, bütün bu "anti" ve agresif süreç AKP'nin işine gelmiş
No comments:
Post a Comment