kış griliği.. son seçmeli dersimi "türk yönetişimi" olarak seçmenin verdiği saçma bir tembellik. seçilecek onca ders içinden, biyoloji laborutavarları, fotğraf dersleri veya herhangi bir matematik/iktisat dersi bile alsam sanırım daha çok hevesli olurdum. sadece "bölüm"le ilişkillendirmek için alınmış bir ders.
kış griliğinde bir rüya.. kampüsün ortasında upuzun bir duvar. "türk yönetişimi" dersi hocamın Korel Göymen, eski müsteşar, okulun eski Üniversite Hizmetleri Direktörü olarak (Hüsnü müydü neydi adı) arz-ı endam ediyor. Vücut Korel, kişi Hüsnü. Yemek fiyatlarından gene çok şikayet etmeye başlamışım; bu sefer acısı, sınavı bir kabus gibi çöken Korel'den çıkacak galiba. terliyorum. terledikçe hareketleniyorum. müzikal gibi bir rüya. Ağır Roman'ı hatırladım. Ama rüyamda Korel güneşli, suratına pembelik ve turunculuk yansıyor. Sanırım pembeliğin kaynağını biliyorum. Benim gibi yemek fiyatlarından şikayetçi 30-35 kişi dansederek Korel'i duvara sıkıştırıyor. Sonra geri çekiliyoruz, sonra tekrar sıkıştırıyoruz. Ertesi gün, okulun web sitesi'ndeki duyurularda Müzik Kulübü'nün konser duyurusunun altına Korel, 12 madde halinde "öğretmenlere karşı takınılması gerekilen adab-ı muaşeret kanunlarını" yayınlıyor. gece çok ağlamış diye hissediyorum.
asıl konum ağlamaktı aslında.
şu kış günün griliğinde daha karanlık bir salonda oturduğumu hatırlıyorum. Çengelköy dolaylarında yürürken birinin bahsettiği, daha sonra Fındıklı dolaylarındaki müzede başka biriyle gördüğüm bir film. Tesadüf ya, dün gece rüyamda gördüğüm başkaldırı hareketinin orijinali olan 2 sene önceki yemek boykot'umuzla aynı dönemde görmüştüm o filmi de. Ve o rüya gibi, o film de gelip buluyor burada. Gözyaşlarıyla gelen tekerrür. Ağlayan Deve'nin Öyküsü.
Haftaya başlayacak Cengiz Han & Moğol İmparatorluğu Sergisi (Sabancı Müzesi) kapsamında sunumlar yapacağım. Muhtemelen ve yaklaşık 6 tane. Hazırlayacağım sunumların ilk 2si için konu seçmeye çalışıyorum. Moğol Budizmi. "Şaman"lık. Şamanlık da geldi beni buldu bu dönemler sanırım. Erdenezuu Tapınağı ve Karakurum şehri (Moğolistan'ın bir dönemki başkenti) arasından uçsuz bucaksız uzanan Gobi Çölleri'ne uzanıyorum web sayfaları üzerinde. Oryantalist bir müzik yok kulaklarımda, ama Jim Morrisson'un rüyalarını tekrar görebileceğim yaşlarımı da geride bırakmışım. Ağlayan Deve'nin Hikayesi'nde uyukladığımı itiraf edecem, bu kış grisinde çok daha karanlık salonda, ama gene de çok sevmiştim. Bugün gene Gobi Çölü'nde bir deve doğuyor ve çadırlarının dışında, hiçbir zaman keçmeyecek kervanı beklemeyi çoktan bırakmış olan bir Moğol kabilesi, yavrusuna alışamayan deveyi sakinleştirmeye; annesizlikten ürken deveyi etrafına alıştırmaya çalışıyorlar. Küçük deve ağlıyor, duvarın kenarındaki Koca Korel de ağlıyor. Ağlama Duvarı'nın kenarındaki yüzlerce Filistinli de. Çinliler başlattı "büyük duvarlar" işini, gözyaşları en başından beri vardı ama.
No comments:
Post a Comment