Bir "hergele" yapımı..
Müzik: emektar discman eşliğinde "karışık" (onu bile almadım yanıma)
Özel efektler: Amsterdam cofee-shops
Kamera: "gene yanıma almayı unuttum" ve "her zaman en güzel anlarda yanınızda bulundurmayı eksik ettiğiniz şey"
Kostüm: Elbette iki günlük bir yolculuk için yanıma yedek kıyafet almamı beklemiyordunuz, değil mi?
Makyaj: ??
Sanat Yönetmeni: Anne
Görüntü Yönetmeni: gökler, denizler ve orada, yukarıda kimler varsa... ha bir de "Mutluluğun Mimarisi"
Senaryo: Güvercinler (Anne ve Baba)
Yapımcı: Pederbank (Baba)
Yönetmen: Biraz ben, biraz algoritma, biraz olasılık..
-bu yapımdaki tüm karakterler ve olaylar gerçektir, en azından ben öyle olduklarını iddia etmekteyim-
20 Nisan 2007 sabahına her zamankinden çok da farklı olmayan bir biçimde uyanıyorum. Tamam, kendi evimde ve yatağımda değilim, hatta yatakta bile değilim. Kendi yatağını Elif'e feda etmiş Erdem'in salonunda, kendisinin de yattığı kanepenin hemen arkasında uyuyan ev sahibimizi uyandırmadan, her zamanki misafir titizliğimle çarşafı, yorganı katlayarak ayağımın ucunda yürüyerekten arabama doğru yönleniyorum. 1 saat 15 dakikada bir İstanbul gerçeği olan 6 km. lik mesafeyi kat edebildikten bir yarım saat, 45 dakika sonra Galata'daki eve varıyorum ki, karşı kapı komşum ışıkçı abiye verdiğim selam, "seni bekleyen bir hanım vardı" cevabı olarak geri dönüyor. Leyla Abla geleli çok olmamış da gene de arayınca bana ulaşamamış, meraklanmış. Kapıyı açtığım andan itibaren önümdeki birkaç saatin beni nasıl yönlendireceği konusunda çok ciddi fikirlere sahip değildim elbet bu noktada.
Bahar ışıldıyor, ve ev "bahar temizliği"nden nasibini alıyor, ve ben birkaç yıl önce başka bir baharda "gideceğim! beraber ya da yalnız!" diye karar verdiğim yolculuğun önemli duraklarından birine tekrar yolculuk edeceğimden birhaber, bilgisayarımın güç kablosunu Erdem'de unutmanın sıkıntısını yaşıyorum. 5 gün sonraki ödevim için okumam gereken 4 makale, izlemem gereken 3 film var. Hocama email atıyorum, zira bana sıra gelmezse, ödev ertelenecek ama ben, önümdeki 2 gün içerisinde ödevi 1 kerede bitirmeyi hedefliyorum. Güç kablosunun varlığı önem teşkil ediyor! Begüm saat 3.30'da gelebileceğini bildirmek için arıyor, yıkanmam lazım, ev temizleniyor, bahar güneş ışınlarıyla girerken, aynı zamanda çamaşır deterjanından da parkelere dökülmeye devam ediyor.
3 yaz önce, Interrail seyahatimin sonunda, tren değil de uçak ile geri dönüş yapmaya karar verdiğimde tanışmıştım Germanwings adlı havayolu şirketi ile. Bu sayede, Brügge'de tanışıp da Amsterdam'a gelmesine ikna edebilmiştim onu ve Venedik'te tekrar buluşabilmiştim. Germanwings'i sevdim ondan sonra; Ryanair, Easyjet de fena değillerdi, Ryanair Türkiye'ye uçmuyordu malesef, ama Corendon hakkında çok da iyi şeyler duymuyordum ya, sevgili anneciğim arayıp da ablamın da doğumgünü sürprizi yapmak için yola çıkacağını söylemeseydi ve baba da teşvik priminin ucunu göstermeseydi, son gün ucuzcacık biletleri ile bana göz kırptığını farketmeyecektim bu dandik "dolmuş havayolu"nun. "Yola çıkma zamanı geldiğinde fazla düşünmemeli" prensibini unutmaya başlamıştı neredeyse bünyem son zamanlarda, ama bahar kapıdaydı ve güneş olan her yere gidilebilirdi. Ailemin biraraya geldiği bir yerden de güneşin eksik olamayacağını düşünüyordum, şükür, bonkör komşum bedava Internet'ini de hizmetime sunmuştu...
Önce Fatih Akın son filmini Cannes'a yollamış, sonra Orhan Pamuk Cannes'da jüriye alınmış, sonra çok üzücü birçok kötü haber, Messi'nin attığı inanılmaz gol, vizyona giren filmler, hocaya atılan bir "yoklama" emaili, birkaç festival haberi ve "your order has been confirmed"...
Tam 1 yıl önce aynı tarihte, "tatil bitti kaldık Aarhus'ta" diyordum kendi kendime "paskalya" yumurtaları teker teker ortaya çıkıp da Avrupa'nın 4 bir yanına çil yavrusu gibi dağılan arkadaşlar geri dönerlerken kuzeyli memleketimize. Tam o sırada İstanbul'daki aileden gelen telefon ile Aarhus-Rotterdam seferim üzerine, Eindhoven'dan atladığım Internet otostopu ile Hamburg'da buluşmuştum benimkilerle. Şimdi sabaha karşı uçağa binmeden önce "hukuk ve etik" üzerine (yapmam gereken ödevin dersinin kitabı yerine bu kitabı aldığım için) çalışırken Eindhoven'dan bu sefer "tren" ile ulaşacağım Amsterdam'da nasıl bir sürpriz yapacağımı düşünüyorum anneme. Gene bir tatilin sonuna gelmişim (bu sefer Sabancı'da ve "bahar tatili") neredeyse hiç bir düzgün plan yapmadan, ve "çağıran yol"a doğru hareketleniyorum.
Sadece 2 hafta önce Assos dönüşü Türkiye'nin en çok alkol tüketilen ve çingene dansı yapılan Keşan adlı şirin ilçesinin, "sarı arkaplanın içine kahverengi ile yazılmış" tabeladan daha fazlası olan Yunanistan'a 29 km. uzaklıkta olduğunun farkına varmasaydım, iki Avrupa Birliği vatandaşı arkadaşımı, halihazırda vakt-i zamanında Almanya'ya çoklu seferler yapacağıma dair sabahın 07.45'inde ikna ettiğim vizeci teyzeden aldığım uzun süreli vizem de varken, Ege'nin öbür ucuna ve politik Avrupa'nın köşesine geçmeye ikna edebilmiş olsaydım, "vizeyi de aldık, ama hiç kullanmıyoruz" diyor olmayacaktım tam şimdi uçağa binmeden önce. Hem zamanında, vize başvurusunu yaparken "neden 6 ay istiyorsunuz" diyen teyzeye "bahar tatilinde de gideceğim" demiştim ya, şimdi yalan söylemiş olmayayım. Velhasıl kelam, tam da uçağa binmeden önce sarı Hollandalı'larla dolurulmuş bembeyaz Sabiha Gökçen atmosferi içinde, hiç de Avrupa'ya gidesim yokken, annemin gözlerinin içi parlayan gülüşünü hayal ederek yollanıyorum, koltuk aralığı "dar alanda kısa paslaşmalar"a müsait uçağıma.
zorlu bir yolculuk, Eindhoven'a iniş ve Amsterdam'a yollanış. (Tabii, Eindhoven'dan trene binebilmek için önce havaalanından şehre inmek gerekiyor da, otobüs şöförü binmeye yeltendiğimi göre göre "tam saati geldi" diye içinde tek bir kimse bile olmayan otobüsü hareket ettirince tekrar Avrupa'ya hoş geldiğimi anlıyorum. Neyse, benzer bir anti-kadercilik sayesinde, zamanında başka bir treni kaçırmamış mıydım da, kaderin ağları güzelce örülmüştü akabininde...) Haftasonunu, "annem dönene kadar ona ne hediye almalıyım" stresi ile geçirmeye gerek kalmıyor, hediye olarak kendimi getiriyorum işte. ve baba ile yapılmaya çalışılan başarısız plan, "meşgul şebekeler", inşa halindeki tren garı ve en sonunda bir şekilde de olsa gerçekleştirelebilen müthiş sürpriz! Amsterdam baharı yaşıyor, ve yaşatıyor. Sanırım ilk geldiğimdekinden daha çok seveceğim bu sefer...
2 comments:
ben inanırım ki her kaçan trende, otobüste, vapurda! bir hayır vardır..bir de benim parmağım:)
Post a Comment