“En nihayetinde Occupy London hareketinin şekillendiği mekanın, hareketin yarattığı anlatı kapsamındaki önemi, siyaset ekonomisi ve sosyal hareketler merceğinde mekânsal olguların taşıdığı anlamı simgeler nitelikte.”
Arkadaşlarımın Stratford High Street üzerinde, son 5 ila 10 yıl arasında inşa edilmiş, güvenlik kodu girişli sayısız binalardan birinde verdiği yemek davetinden çıkmıs, eve dönüyordum. Evin balkonundan son rötuşları tamamlanmak üzere olan Olimpiyat Stadı ve Anish Kapoor’un 2012 Londra Olimpiyat Oyunları için The Orbit’e bakarken ev sahibiyle önceki akşam katıldığım Olimpiyat Oyunları Açılış ve Kapanış Seremonileri seçmeleri hakkında konuşuyorduk. Konu bir ara, yaklaşık 2 ay önce açıldığı günden itibaren Londra’nın bu bölgesinde yaşayanlar için önemli bir haber haline gelen Westfield Stratford City’ye geldi.
Avustralyalı dev yatırımcıların son şubesi olan bu AVM, içinde barındırdığı onlarca mağaza ve Vue Sinemaları'yla kısa sürede gözde bir mekan olmuştu. Stratford mahallesi, Birleşik Krallık genelinde ölçülen çoklu yoksunluk endeksinde en yoksun %13’lük dilimde yer alıyor. Olimpiyat Parkı Çevre Düzeni ve Yerel Kalkınma Planları uyarınca Westfield’da açılan mağazalarda çalışacak kişilerin çoğunun bölge halkı arasından seçilmesi gerektiği belirlenmişti. Şimdi bu mağazalarda çalışanların önemli bir bölümünün okuma-yazmayı mağazalarda çalışmaya başladıktan sonra aldıkları eğitimler sürecinde öğrenmelerine ise şaşırmamalı. Bölgede yaşamayan çalışanlarsa Stratford, Pudding Mill Lane, Stratford International gibi yeni açılan ya da genişletilen ulaşım ağına eklenen ve üst-yapıları geliştirilen istasyonları kullanıyordu. 1990’larda Canary Wharf’ta olduğu gibi, Londra 2012 Olimpiyatları’nda da, özel iştirakler yerel istihdamın artırılması, altyapı ve konut gibi kamu yatırımlarının tedariki gibi konularda yerel yönetimler ve merkezi hükümetle el ele Londra’nın yeni bir bölgesine şekil veriyordu. İngltere'de [1] geniş ölçekli kent planlamasında kamu ve özel sektör ortaklığının tercih edilmesi 1980’lerde Margaret Thatcher başbakanlığı döneminden beri yoğun olarak sürdürülmekte. Bu ortaklık sadece kent planlaması özelinde değil, toplumun genel sosyo-politik altyapısında sıklıkla rastlanan bir iş modeli olarak benimsenmiştir.
Yemekten çıkmış, gece otobüslerinden biriyle evime dönerken, evime en yakın olan duraktan birkaç durak önce Moorgate’te otobüsten indim. Tam karşımda, Occupy London hareketi çerçevesinde, St. Paul's Katedrali Avlusu’ndan sonra kendilerine ikinci kamp yeri olarak belirledikleri Finsbury Meydanı’nda konuşlanmış protestocular ve çadırları, City of London'ın (City) çeşitli iş merkezlerinin ofis odalarından yayılan ışıkların altında yeni bir geceye hazırlanıyorlardı. Karşılarında Bloomberg, biraz arkalarında Deutsche Bank ve UBS, yan sokaklarında JP Morgan ve diğerleri. Ana kamp olan St. Paul's Katedrali Avlusu'na yaklaşık 15 dakika yürüme mesafesinde, aralarında Londra’nın 150 metre yüksekliği aşan 11 binasından 4 tanesinin berisindeki fikirdaşları ile aynı amacı paylaştıkları söylemiyle...
Konuşlandıkları mekanı ilginç kılan noktalardan biri de, St. Paul’s Katedrali Avlusu’nun (ve buraya yerleşmeden önce esas olarak işgal etmek istedikleri yer olan Londra Borsası’nın bulunduğu Paternoster Meydanı’nın) aksine, Finsbury Meydanı’nın City’nin hemen dışında kalıyor olması. City, nam-ı diğer Mil Kare (bu ismi yaklaşık 1 mil karelik bir alana yayılmış olmasından dolayı alır), Londra’nın 33 yerel yönetim biriminden biri olmasıyla birlikte, diğer 32'sinden de farklı bir tarihe ve yapılanmaya sahip. City, tanım olarak, bu bölgeye konut, eğitim, çöp toplama, sosyal hizmetler, kent planlaması gibi belediye hizmetleri sağlayan City of London [2] (kısaca Şirket) yerine kullanılsa da, aynı zamanda birbiriyle ilintili ama tam olarak örtüşmeyen coğrafi, tarihi, kültürel ve politik tanımları da barındırmakta. Şirket’in üstlendiği en önemli görevlerden biri burayı tüm Britanya coğrafyasının en önemli finans ve ticaret merkezi yaparak, bu alanlarda dünyanın diğer merkezleri ile rekabetçi bir konumda kalmasını sağlamaktır. Karmaşık tarihinin yanı sıra, kendinden menkul bu tür bir ulusal (veya Birleşik Krallık’ı oluşturan İngiltere ve diğer ulusların da ötesinde bir uluslararası) iddia ve göreve sahip bir yapılanmanın Britanya’nın sosyo-politik ve ekonomik kültürüne bir nebze de olsa ayna tuttuğunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Öyle ki, ülkedeki diğer tüm siyasi yapılanmalardan farklı olarak, City’nin Lord Belediye Başkanı [3], sadece bir yıllığına bu göreve gelmekte ve herhangi bir siyasi partiyle bağlantılı olmaksızın seçilmektedir. Bu veriler göz önüne alındığında, Occupy London hareketinin diğer şehirlerindeki muadillerinden, mekânsal olarak söylenebilir.
15 Ekim 2011 günü, dünyanın birçok kentinde eş zamanlı olarak düzenlenen işgal hareketleriyle birlikte Occupy London hareketi de, Londra Borsası’nın bulunduğu Paternoster Meydanı’nda kamp yapmak isteyen protestocuların öğle saatlerinde St. Paul’s metro istasyonunda toplanmasıyla başladı. Protestoya karşı önceden hazırlığını yapan Mitsubishi Emlak Grubu, mal sahibi olduğu meydanı kamu erişimine kapatmak için yüksek mahkemeden izin almıştı. City Polisi de meydana açılan tüm girişlerin önüne “yeterli” sayıda görevli yerleştirince, yaklaşık bir saatlik ve yoğun olmayan bir temastan sonra protestocular St. Paul’s Katedrali’nin önünde toplanarak basın açıklaması yaptılar. Julian Assange’ın da, şartlı tahliye altında olmasına rağmen, konuk katılımcı olarak bir konuşma verdiği etkinlik, protestocuların çadırlarını çıkarıp, katedralin önündeki avluya kamp kurmalarıyla son şeklini aldı. Protestonun başlamasıyla birlikte Paternoster Meydanı’nın mal sahipleri de, meydanın kamu erişimine kapandığını, yalnızca orada çalışanların, güvenlik birimlerine kimlik göstererek alana giriş yapabileceklerini bildiren bir yazı koydular. Bu arada ilerleyen günlerde, benzer bir “protesto belası” ile karşılaşmak istemeyen Canary Wharf’taki mal sahipleri de benzer bir erişim kısıtlaması için yüksek mahkemeden izinlerini almışlardı. Aslında neden böyle bir şeye ihtiyaç duydukları da sorulabilir. Zira 19. Yüzyılda Londra’nın en önemli liman bölgesi olan Isle of Dogs’un önemli bir kısmının özelleştirilmesinden sonra burayı mesken edinen mal sahipleri, birçok binaya koydukları “üzerinde bulunduğunuz alanda erişim ve geçiş hakları kamuya ait değildir” uyarıları ile, zaten gerekli gördükleri takdirde hukuksal yollardan sizi oradan kovdurabileceklerini ima etmektedirler. Bu ve buna benzer mekanlar, çoğunlukla kentin merkezi bölgelerinde olup, oraya herhangi bir metro, otobüs ya da benzeri bir toplu taşıma aracı ile farketmeden dahi gelmiş olabilirsiniz. Peki, o halde nasıl oluyor da, dördüncü haftasına girilen Occupy London hareketinde, işgal ettikleri alan Şirket’e ait olan protestocular bulundukları yerden kaldırılmıyorlar?
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Şirket, ismen her ne kadar özel bir iştirakı anımsatsa ve her ne kadar özel iş sektörlerinin gelişimi ve rekabetçiliğini koruma amacı güden bir kurum olsa da, aynı zamanda, kamu adına hareket eden yarı-özel bir yerel yönetim birimi. Esasında özerkliği öylesine önemli ki, sembolik olarak da olsa, Birleşik Krallık Hanedanı, City’yi ziyaretinde, mutlak iktidara sahip olmakla birlikte, bu hakkını temsili ve geçici olarak Lord Mayor’a vermektedir. Pratikteyse, özellikle Birleşik Krallık’ın finans hizmetleri ile ilgili düzenleyeceği yeni yürütme ve yasama kararları ile ilgili, çoğunlukla City’nin özel görüşüne başvurmaktadır. Turistler City'nin sınırları içerisinde yer alan Londra Kalesi, St. Paul’s Katedrali gibi mekanları gezerken, City’nin ofislerinde günde $1.9 trilyonluk (global piyasanın %37’si) döviz işlemleri yürütülmekte. City, her ne kadar kendi bünyesinde sadece iki tane sosyal toplu konut bulundursa da, Londra’da 6 farklı belediyede konut hizmetleri yürütmekte. Esasında, City, tam anlamıyla bir kamu-özel ortak iştirakının bir yerel yönetim ölçeğine uyarlanmış halini temsil etmekte.
İşgal hareketinin ilk akşamından itibaren, St. Paul’s Katedrali’nin rahipleri, barışçıl gösteri hakkını kullanan protestocuların bulundukları yerde kalmalarında bir sakınca olmadığını belirttiler. Her ne kadar yangın anında acil güvenlik uygulamalarının aksayabileceği endişesi ile, 2. Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa Kilise’yi bir kaç günlüğüne kapatmak durumunda kalmış olsalar da, ve aynı zamanda muhafazakar medya ve polis güçlerinin baskılarına ve kendi içlerinde fikir ayrılıklarına düşmüş de olmalarına rağmen, kilise yönetimi protestoculara karşı yasal işlem başlatılmasından yana olmadıklarını 3. haftanın sonunda yineledi. Bu hususta, toplumsal bir amaca hizmet ettikleri iddiasında olan ve işgal ettikleri yer açısından kamusal-dini-özel tanımlarının ortasında bir yerde bulunan protestocular şimdilik, kendilerine verilen “yeni yıla kadar kalma” izniyle, pasif eylemlerine devam edecek gibi görünüyor. Her ne kadar nihai emellerine ulaşmak için önerdikleri somut adımlar pek belirgin görünmese, ve dolayısıyla toplumun belirli bir kısmı tarafından bir “sokak tiyatrosu” hareketinden öteye evrilmeyen bir hareket haline geldiği iddia edilse de, Occupy London hareketi, Londra’nın göbeğinde, konumlandığı mekan açısından tartışma yaratmaya ve yüzyıllardır süregelen bir geleneğin karşısında ilgi odağı olmaya devam ediyor. Bu süreç içerisinde birçok insanı da Londra’nın kamusal alanları, bu alanları düzenleyen yasal yapılanma, asayiş ve güvenlik tedariki, pasif direniş hareketleri ve ruhani-ideolojik-materyalist diskurlar üzerinde düşünmeye itiyor. Kim bilir, belki de hareket ilk gününde amaçladığı gibi Paternoster Meydanı’nı işgal edebilse ve spontan bir karar ile Katedral’in önüne çekilmek durumunda kalmasaydı, en kötü ihtimalle şu ana kadar çoktan kaba kuvvet kullanımı ile dağıtılmış, en hayalperest ihtimalle de kısa süre içerisinde bazı köklü değişikliklerin olmasına sebebiyet vermiş olabilirdi. En nihayetinde hareketin şekillendiği mekanın, hareketin yarattığı anlatı kapsamındaki önemi, siyaset ekonomisi ve sosyal hareketler merceğinde mekânsal olguların taşıdığı anlamı simgeler nitelikte.
[1] Birleşik Krallık’ta planlama, Birleşik Krallık’ı oluşturan 4 ülkenin her birinde, o ülkeye özgün kurumlar tarafından yürütülmektedir. Dolayısıyla İngiltere’deki planlama faaliyetleri İngiliz Planlama Hukuku’nu esas alır, İngiltere’de yürütme her ne kadar bir Birleşik Krallik Bakanlığı olan “Secretary of State for Communities and Local Government”a bağli olsa da, kurallar bütünü Ingiliz Planlamasi olarak adlandirilir. Benzer şekilde Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’nın da kendi planlama mevzuatları mevcuttur.
[2] İng. City of London Corporation
[3] İng. Lord Mayor of City of London
No comments:
Post a Comment