3 Mayıs 2007-
Haydarpaşa Garı’ndayım. Karşımda dalgakıran, arkasında dalgalarıyla kabaran uçsuz bucaksız deniz. Hafif soldan ensemi ısıtan güneş dünkü yağmura veda ediyor, birbirlerine nazire yapan Aya Sofya’yla Sultanahmet Camii’ni aynı güzellikte ısıtıyor. Tombul kuşlar miniklerin önünden mama kapmaya çalışıyor. Tam arkamda dünyanın en güzel garlarından biri. Tökezleyen motor seslerine vapurların bacaları, cıvıldayan kuşlara belli belirsiz araç kornaları ve polis düdükleri. Ve de simitçilerin her daim “yanıyor” simitleri.
Sabah kalktığımda okula gitmek istemediğime dair inancım, evden çıkma gerekliliği hissiyle öylü güzel bir çatışma yaşıyordu ki, ucu ucuna yakaladığım erken vapur sayesinde Kadıköy’den kalkacak servise binmeden Gar’da inip yürüme şansım doğuyordu. Hem Hasanpaşa’ya gidecek Erdem de bu fikre sıcak bakmıştı. İçimden bir an Ankara’ya gitmek geçti. Hasan muhtemelen ODTÜ’deydi ama 10.30’da hareket edeceğini düşündüğüm Başkent Ekspresi saat 10.00’da kalkmıştı bile. Saat 10’u on dakika geçiyordu. Garda inmek istememin bir nedeni de iskelede toplanmış polislerin varlığıydı. Sadece 2 gün önce, 1 Mayıs’ta beceriksiz valinin aptalca uygulaması dahinde yüzlerce insanı dövmekten sıkılmamış, ülkeyi satıp dağıtan hükümete özenircesine onlar da mı Haydarpaşa’ya göz koymuştu? Tam garın içinden geçerken sorumun cevabını da öğrenmiş oluyorum.
Önce Efe, sonra Erdem ve Hazar’ı görüyorum lise arkadaşlarımdan, onlarca diğer yürüyenin ardından peronlardan garın içine doğru yönlenen. Üzerlerinde “İstanbul-Ankara, Deniz Gezmiş Yürüyüşü” yelekleriyle. Selamlaşıyorum TKP’li arkadaşlarımla. Bana yürüyüş için mi geldiğimi soruyorlar, haberim olmadığını söylüyorum tebessümle. İzmit’e gideceklerini söylerlerken “iyi yolculuklar” dieyerek uğurluyorum onları, hemen ertesinde Erdem’i Kadıköy’e kadar geçirip tekrar yanlarına dönmek üzere. Saat 10:30 itibariyle gitmişler bile, gara doğru yürürken trenin duyduğumu sanıyorum. O kadar bıkmışım ki, hiçbirini desteklemediğim çıkarcı politikacıların mutlaka taraf olmamızı öğütleyen açıklamalarından son bir haftadır. Şimdi bu satırların yerini yeni bir yolculuk güncesinin almamasına üzülüyorum biraz. Ama okula gitme kararı vermediğim için mutluyum. Tatlı çatışmalar sürüyor benim gündemimde. Bildiğim sürece bazı trenlere binebildiğim, çıkacaktır elbet yeni yolculuklar önüme. Bir eski solcu akademisyenimiz “komünistçilik oynuyorlar” demiş günün TKP’li öğrencileri için. Neyse, o öyle diyedursun, hayat oyunsuz olmuyor işte.
Binmediğim gibi 10:30 servisine, okula gitmek için, gerisin geri döndüğümde Gar’da oturuyorum yaklaşık 2 saat daha. Gazetemi okuyorum, yanıma oturan amcanın çaktırmayan bakışları altında. Akbil’imi doldurduğum gibi yollanıyorum İstanbul kaçamaklarımın en sevdiğim, huzur, sükûnet dolu bölgelerinden birine, Beylerbeyi, Çengelköy’e doğru. Nakkaştepe’de indiriveriyor ayaklarım beni otobüsten, oradan da yokuştan aşağı, Kuzguncuk’un içine doğru, uzaktan tepesinde gördüğüm camiisi ve sahil kenarında kulesini gördüğüm kilisesiyle. Simitçi Tahir Aralığı’ndan ana caddeye çıkıyorum, Perihanabla Sokağı’na uğrayarak. Çengelköy Börekçisi’nde börek alıyorum, nakitim çıkışmıyor, POS makineleri çalışmıyor, veresiye usulüyle... Belki 1 gün sonra, belki 1 ay sonra tekrar uğradığımda öderim nasolsa beklentisi ve dürüstlüğüyle. Çınaraltı’nda çayımı içerken, “yiyecek getirilmemesi” ricasına uyarak, börekleri esas Çengelköy’e bırakıyorum. Otobüsle Çengelköy’e ulaştığımda, oradaki büyük Çınaraltı’nda ayran eşlik ediyor böreklere. Bir iki saat daha gün ışığı, tatlı deniz meltemi ve birkaç sayfa kitap yaza çalan cıvıl cıvıl bir ilkbahar günü. Beylerbeyi’nde helva içi dondurma ile Boğaz vapuruna yönlenirken, veda ediyorum Asya tarafına, küçük mahalleleri, sakin perşembesi, tatlı ahalisiyle. Bazen çok sevdiğimi hatırlayabiliyorum bu şehri, birileri ve hepimiz burayı yaşanmaz halde işkenceli bir yere getir(e)mediğimiz sürelerce...
1 comment:
içimden istanbul'da olmak geldi. ama hafta içi bir gun olsun, çarşamba mesela. uykumu almış olayım, karnım ne cok ac olsun, ne de tok olayım.... üşümeyim ya da terlemeyim. hava gunesli olsun ama bas agrıtmasın. yalnız olayım. sadece 2 saat istanbulda olayım. sokakta. cantam, tlefon param da olmasın.
.. off sadece "istanbul'da olasım geldi, 2-3 saatliğine, yalnız" yazmak için tıklamıştım..
insan istedikçe istiyor...
Post a Comment