Thursday, January 26, 2006

İstanbul-İstanbul Transit Yolculuğu, Uluslararası Tarafsız Bölgede Sıkışıp Kalmalar ve Terk Etmeden Geri Gelişler; Havaalanı Münazara Manzaraları


Başından tahmin etmeliydim zaten böyle olacağını... diye pek klişe başlar bu hikaye de birçokları gibi.

lütfen deja vu kontrolü için pasaport ve boarding card'larınızı hazırlayınız; az sonra nereye ait olduğunuzu asla bilemediğinizi düşündüğünüz soyut postmodernitenizin ötesinde, hakikaten tarafsız bir bölgeden, kısmi olarak meşru bir alana terfi edeceksiniz. her nedense, başka bir tarafsız bölgede olması gerekirken, bu hikayeyi zaten yaklaşık 7 saat önce tekrar yaşamamış mıydım? dışarıdaki kar beyazı, şimdi parlayan gök beyazı. yeşil otobüsten bizim gibi insanlar indi, aynı lunaparkı onlar da dolaşacaklar, bu gerginlik bir kavgaya gebe ya.

bizim millet de zaten en çok tartışmayı sever, hatta mağdur kişilerin ilk serzenişlerinde sürekli "basını da getirin, onların önünde anlatalım" haykırması mevcuttur. münazarayı seviyoruz desek mübalağa mı etmiş oluruz? bu kadar gerilen sinirler için bu yargı pek haksız bir tanım olacak sanırım. zaten herkesin her işi yaptığı veya her nerede yapıyor ve yapıtılıyorsa sandığı bir toprak bütünü burası. pardon, burası tarafsız alandı, o toprak bütününde sayılmayız; sanırım iki tarafsız alan bölgesindeki geçişi de sayarsak, sen de 2 ben diyeyim 5km. lik bir mesafeden fazlasını katemediğim bu son 11 saatlik süreç fazla yormuş beni. neredeydik, okuldan havalimanına yolculuk..?

özellikle yabancı uyruklu bir şirketin uçağı ile yurtdışına seyahat edecekseniz, çok basit bir kuralı asla unutmamanız gerekir. o uçakla havalanabilmek için önce o uçağın ve içindeki ekibin sağ salim sizin olduğunuz yere gelmesi gerekmektedir. postmodern metropolümüz, yoluna kurban, iki havalimanı dikti şu ana kadar da, ulaştırma bakanımız evlerimize adsl'i ulaştıramasa dahi, bunları yetersiz bulmuş ki bir 3.yü dikme planları yapıyordu. dün geceki manzaradan sonra belki 4.ye dahi el atar. eğer uçağınız havalanacağınız havalimanına inemeyecek ise, alternatif olarak bir başka havailamanı tercih hakkını kullanabilirsiniz; ya da siz istemeseniz de kullandırtırlar. pek tabii, bu diğer havalimanının, ecnebilerden dilimize pek güzel geçmiş, kriz yönetimi dedikleri olayları pek başarılı değil ise ertesi gün kendinizi boyutlar arası yolculuk yaptığını sanan bir arpa boyu ilerlememiş bir kara kutunun içinde bulabilirsiniz (pardon kara kutnun içinde bulunduğu beyaz oyuncağın).

farz edelim ki, o meşhur uçak bulunduğunuz yere gelememiş de siz onun imkanları dahilinde gidebildiği yere gittiniz. bir kez daha pasaport denilen o soğuk nevaleye basılan mühürler, polis memuru ile soğuk bakışlardan ibaret ilişkiniz ve size her şeyi daha ucuza sunduğunu iftiharla anlatan "vergisiz"lerin arasından terminale yürüyüş. gece uçuşlarının en sevdiğim yanı, gece çok uçuş olmaması. büyük bir havalimanındaysanız, temizlik elemanları ve vitrin mankenleri ile birlikte, havalimanı size aittir. fakat zaten gideceği yere gelemeyen bir uçak için şehri baştan aşağı kat edip bir de 3.5 saat sonra oyuncağınıza kavuşuyor iseniz vay halinize. zaten artık onun adı oldu sabah uçuşu.

yarım saatlik bir geçiş döneminden sonra ilk hatırladığım sabahın 9.30 aydınlığı ile 500 metre ilerlemiş bir uçak. sanır idim ki bu aletler daha uzun yolları kat etmek için yapılmış hızlı araçlar. hele o 3 saat önce "benzin alıyoruz, lütfen kemerlerinizi açınız" uyarısı da ne idi? sanki beni dolduruyorlar gibi o "yağ" ile. her ne ise, tevekkeli değil, önümüzdeki 20 araç da, afedersiniz uçak, havalanma icraatını gerçekleştirememiş ki, bizim kaptan "14 saatten fazla iş dinimizce caiz değildir, ekibin uyku güzelliiğine ihtiyacı var" diyerekten vitesi P'ye attı, bizi de uçaktan dışarı.
terminalde bekleyenimiz yoktu da sürü halinde dolaştıktan sonra, yanlış yönlendirmelerle bir oaraya bir buraya, ama uluslararası haklarımızdan feragat etmeyerek elde çantalarla dolanıp durduk. dedim ya kriz yönetimi biraz zayıf ya kriz geçirip de güvenliklerle tartışma çıkaranlara karşı iyi bir mücadele yürütemedi havalimanı yetkilileri. ne ise canım, o aradaki 2.5 saatlik işkence anlarını anlatmaya gerek dahi yok.

dedim ya, başından belli idi. sen o kadar dersen ki, bileydim de 3 gün daha mı kalaydım, ya da yaparlarsa adama böyle "gitme ya" numarası nah işte kalırsın böyle kaderinde yazmış ise bozmasınlar. e ne demiş ankaralı 8 bakanlık çalışanını biçen halk otobüsünün bağlı olduğu saygıdeğer derneğin başkanı:

"müslüman bir toplumuz, insanlarımızın inancı belli, tabii üzgünüz, istemeyiz ama kaderimizde yazılan şeyi kabul etmeyi toplum olarak benimseyen bir milletiz". kaderimi de sen yazaydın e eşek kafalı o zaman! yoksa bu uçakların kalkmamasında da, "otobüs şirketlerinin parmağı" mı var? ben demişim karışık bir kafa, uluslarararası ılım, bir postmodernite; sen tut çek bunu dine, inanca, hadi bakiyim.

böyle idi manzaralar memleketi terketmeden önce; terk etme dediğime bakma ya, "çıkış", "giriş" damgasını yedik de, ne anladık ki bu yolculuktan, başladığı yerde bitti tek bir ecnebi küfrü yemeden.